Komalên Ciwan Koordinasyon üyesi Baran Zağros “Türk ve Kürt gençliğinin ortak bir zeminde buluşması devrimin vazgeçilmez ve ertelenemez görevi durumundadır” dedi. Zağros ile yıl dönümü yaklaşan 16 Mart 1978 Beyazıt katliamı vesilesi ile, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın DEV-GENÇ örneğini vererek oluşturulmasını önerdiği (Demokratik Gençlik Konfederalizmi) DEM-GENÇ örgütlendirilmesini, Gezi direnişinin ortaya çıkardığı toplumsal muhalefet düzeyini, Türkiye devrimci güçlerinin yaşadıkları parçalanma ve öncülük sorunlarının açığa çıkmasında darbelerin yarattığı etkiler üzerine konuştuk.
Türkiye devrimci önderlerinin (Mahir, Deniz ve Kaypakkayalar) katledilmesinden sonra Türkiye gençliği nasıl bir süreç yaşadı?
Türkiye devrimci gençlik hareketi açısından böylesi gençlik önderlerinin katledilmesi kuşkusuz çok önemli sonuçlar açığa çıkarmıştır. Bu sonuçları görerek doğru temelde değerlendirmeye tabi tutmak, dersler çıkarmak Türkiye Gençliğinin bugün içerisinde bulunduğu durumu anlamak açısından gerekli bir husutur. Aynı zamanda Türkiye’deki sol-sosyalist gençlik kesimlerinin yaşadığı toplumsal öncülük sorunlarını anlayıp, bu temelde Türkiye’de yaşanan güncel siyasal gelişmelere nasıl müdahil olacağını netleştirerek siyasal süreç karşısındaki görevlerini tayin etmesi bakımından da önemli bir husus olmaktadır. Türkiye devrimci gençlik önderlerinin katledilmesinden sonra Türkiye gençliğinin yaşadığı süreci tüm bu yönleri ile bütünlüklü olarak kavrayabilmek için öncelikle Türkiye Devrimci Gençlik Hareketinin gelişim seyrini kısaca hatırlamakta fayda var.
Türkiye’deki sol cenah açısından 27 Mayıs süreci ve 1961 anayasası ile gelişen ortamın sonuçları biliniyor. Orta sınıfa burjuva demokrasisi sınırlarında da olsa tanınan kimi bazı haklar, yasaklı olan Marksist-Leninist klasiklerin Türkçeye çavrilerek aydın gençliğe kazandırılabilmesine yol açmıştır. Bu kaynaklardan beslenen Kürt ve Türk gençleri emperyalizmin genel bunalım ortamında toplumsal duyarlılığa ve devrim arayışına yönelmişlerdir. Türkiye’de uzunca bir süredir sessizliğe gömülmüş olan devrimci gençlik eylemciliğinin yeniden dirilmesinde objektif olarak rol oynayan bu sürecin diğer önemli bir katkısı da sosyalist hareketin artık yasal siyasal zeminde örgütlenme imkanına kavuşması olmuştur.
27 Mayıs süreci ve 1961 anayasası ne tür imkanlar açığa çıkardı?
TİP bu imkanın adı olmuş, 65 ve 69 seçimlerinde sosyalizm hedefini doğrudan Türkiye emekçi halkları propaganda etme koşullarını yakalamıştır. Gençlik de bu genel ortamdan yoğun etkilenmiş ve 1963 yılında TİP zemininde Türkiye’nin önde gelen üniversitelerinde örgütlenmeye başlamıştır. Bu örgütlenme FKF(Fikir Kulüpleri Federasyonu) olarak somutlaşmış ve gençliğin devrimci mücadeleye kitlesel katılımı bu zemin üzerinden gelişmiştir. Gençliğin yeniden mücadele ile buluşması açısından anlamlı olsa da, TİP zemini gençliğin devrim hayallerini karşılamaktan uzak, parlementer bir solculuğu ifade etmiştir. Bu nedenledir ki devrimci mücadeleyi geliştirmekte kararlı olan gençlik 1965 ile birlikte Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu(DEV-GENÇ) biçiminde kendini bağımsız olarak örgütlemiştir. 1965’den itibaren gençlik orducu solculuk ve parlementerist solculuğa karşı daha radikal ve bağımsızlıkçı bir yaklaşımla Demokratik Devrim stratejisine, tüm devrimci gençlik bir çatıda toplanmış ve eyleme geçmiştir.
Türkiye devrimci güçlerinin 71 darbesinden sonra yaşadığı parçalanmayı neye bağlıyorsunuz?
THKP-C, TİKKO ve THKO gibi örgütler kahramanca direndiler, darbeye karşı direnen bu örgütlerin gençlik önderleri peş peşe katledildi. Mahir Çayan ve arkadaşları Kızıldere’de katledilmiş, Deniz Gezmiş ve arkadaşları idam edilmiş, İbrahim Kaypakkaya işkenceyle vahşice katledilmiştir. Daha birçok devrimci önder kişilik bu süreçte katledilmiştir. Böylece 12 mart 1971 darbesi ile örgütlü direniş içinde olan gençlik büyük bir darbe yemiştir. 68 kuşağı önderlerinin büyük bir bölümü ya katledilmiş ya da zindanlara atılmış, geriye kalanlar ise darbenin yarattığı korkuyla geri adım atmıştır. 68 kuşağı ardında büyük bir miras bırakmasına rağmen bu mirasa doğru önderlik yapma sorunu ortaya çıkmıştır. Türkiye Devrimci Hareketi önderliksiz kalmıştır. Kitle vardır fakat kimse ne yapacağını bilemez durumdadır. Yaşananın özü önderlik krizidir.
71 darbesinin önce katlederek, ardından da zindanlarda devrimci gücü parçalama planı kısmen başarıya ulaşmıştır. Devrimci önderlerin katledilmesi 12 Mart darbesi Türkiye devrimi açısından 12 mart yenilgisine dönüştürmüştür. 74-75 yıllarına kadar Türkiye’deki devrimci mücadele ciddi bir durağanlaşmayı yaşamıştır. Tam da bu tarihlerde Önder Apo’nun çıkışı Denizlerin, Mahirlerin, İboların bıraktığı mirasa doğru bir şekilde sahip çıkarak anılarını yüceltmek temelinde olmuştur. Bu anlamda “12 Mart darbesi saçlarımızı sıyırıp geçti” diyen Önder Apo devrim bayrağını bu yiğit devrimci önderlerden alıp bugünlere kadar getirmiştir. Türk ve Kürt halklarının özgürlük mücadelesini birlikte yürüttüğünü her zaman dile getirmiş, Türkiye devrimine karşı sorumluluğunu her fırsatta yerine getirmek için büyük emek ve çabalar sergilemiştir.
80 darbesi Türkiye gençlik hareketlerini nasıl etkiledi?
12 Eylül 1980 darbesi, dönemin Türkiye konjöktüründe birçok iç ve dış nedenleri içerisinde barındırmaktadır. Siyasi istikrarsızlık, ekonomik bunalım ve dış müdahale gibi daha birçok etken sıralanabilir. Türkiye’de her şeye rağmen devam eden devrimci mücadelenin varlığı, Kürdistan’da ise mücadelenin giderek ivme kazanması ve yükselişe geçmesi en önemli darbe gerkçeleri olarak ele alınmıştır. Faşist cunta bunu defalarca bizzat kendi generallerinin ağzıyla dillendirmiştir. Özellikle Kürdistan’da PKK öncülüğünde gelişim kaydeden süreç devleti son derece ürkütmüş, devlet darbe ile Kürdistan’daki gelişmenin önünü almak istemişlerdir. Aynı süreçte Türkiye cephesinde 71 darbesinin yoğun etkisini ve olumsuzluklarını yaşasa da, hala devam etmekte olan, hatta gençlik sınırlarını aşarak kitleselleşen bir devrimci mücadele süreci yaşanmaktadır. Gençlik eylemciliği çoktan sıradan gençlik eylemciliği olmayı aşmış, farklılaşmış, stratejik, taktik, ideolojik örgütler halinde doğrudan devrim mücadelesinin öznesi haline gelmiştir. 1976 1 Mayıs’ı Taksim’de yüzbinlerin katılımı ile gerçekleştirilmiştir. Tüm bunları gören devlet 12 Mart ile yarım kalan işi tümüyle bitirmek istemiştir.
Dönüp geriye bakıldığında daha iyi anlaşılıyor ki 12 Eylül çok önceleri planlanmış ve altyapısı iyice hazırlandıktan sonra devreye konulmuş bir darbe planıdır. Türkiye cephesinde ilk işaret fişeği 1 Mayıs 1977 Taksim katliamında atıldı. 37 yurtsever emekçinin katledilmesi ile sonuçlanan ve MİT’in tertiplediği bu saldırı, daha sonra sokağa çıkma yasağı ,1 Mayısın yasaklı ilan edilmesi ve hemen ardından Ecevit’e karşı suikast ve darbe girişimiyle deşifre olan kontrgerilla örgütlenmesinin varlığı, Türkiye’deki devrimi geriletme çabalarının ufuktaki işaretleri olarak değerlendirilebilir. Bu tarihten itibaren sistemli bir şekilde peşpeşe gelişen kontrgerilla cinayetleri ve Çorum, Maraş gibi katliamlarla, olağanüstü hal ilanlarıyla Türkiye darbeye hazırlanmıştır. Türkiye Devrimci Gençliği de bu süreçte faşist çetelerin ve kontrgerilla örgütlerinin saldırılarına maruz kalmış, bilinçli olarak çatışmaların içine çekilmiştir. Bu konuda faşist MHP gençliği-ülkücü gençlik aktif rol oynamıştır.
Faşist çevreler NATO’nun kurduğu Özel Harp Dairesi’ne bağlı olarak devletin darbe hazırlığında rol oynamışlardır. Abdullah Çatlı, M. Ali Ağca, Haluk Kırcı ve Oral Çelik gibi ülkücülerin devletle bağlantılı olarak bu temelde tetikçilik yaptıkları sonradan ortaya çıkmıştır. Dönemin generallerinden Korkut Eken kendi ağzından bunları itiraf etmiştir. Ülkücü gençleri kontrgerilla içerisine alıp kullandıklarını açıklamıştır. 16 Mart 1978’de gerçekleştirilen katliam da bu çerçevede planlanmış bir katliamdır. 16 Mart 1978’de İstanbul üniversite’si Beyazıt meydanında yüzlerce solcu gencin üzerine bomba atılmış ve kurşunlar yağdırılmıştır. 7 öğrenci ölmüş, 47 öğrenci yaralanmıştır. Kullanılan tnt’nin orduya ait olduğu, katliamı da bizzat Abdullah Çatlı’nın yaptığı sonradan ortaya çıkmıştır. Kontrgerillanın gerçekleştirdiği bir gençlik katliamı da Bahçelievler katliamıdır. 9 Ekim 78’de Ankara Bahçelievler’de 7 TİP’li genç taranarak katledilmiş, bu katliamı gerçekleştirenin Abdullah Çatlı’dan talimat alan Haluk Kırcı olduğu ortaya çıkmıştır.
Türkiye gençlik hareketlerinin böyle bir darbe saldırısını karşılayacak durumu yoktu. Bunu pratik olarak kimi saldırılarıyla test eden düşman bitirici hamlesini en son yapmış ve bunu adım adım kurumlaştırmıştır. Örgütlü mücadeleyi tümüyle dağıtmış, gençliği sindirmiştir. Sindirilmiş bir kuşak yaratmıştır. Politikadan korkan, siyaseti tehlikeli işler olarak gören, dejenere olmuş, apolitik bir kuşak oluşturulmuştur. Zaten 12 eylülün en temel amaçlarından birisi apolitik bir toplum ve gençlik yaratmaktı. Yoksa kararlarını uygulatamazdı. 12 eylül öncesi Türkiye’de iki genç bir araya gelse siyasi bir örgüt kuruyor, siyasi bir tartışma yürütüyorken, 12 eylül sonrası ise tamamen apolitize olmuş, idraksiz gençlik sürüleri oluşturulmuştur. Ülke, insanlık ve onur meselelerinden oldukça uzaklaşmış bir gençlik sürüsü bu temelde açığa çıkarılmıştır. 12 eylülün Türkiye gençliği üzerindeki en büyük etkisi bu olmuştur.
Arap baharı olarak adlandırılan süreç ile Gezi direnişi arasında bir bağ var mı?
2011’ de Tunus ve Mısır da başlayıp tüm Arap coğrafyasını etkisi altına alan isyan ateşi, Tunus’ta genç bir seyyar satıcı olan Muhammed Bouazizi’nin ülkesinde gördüğü çağ dışı muameleyi ve çektiği yoksulluğu protesto etmek amacıyla kendi bedenini ateşe vermesi tetiklemiştir. Tunus’taki Ben Ali rejimine karşı yakılan ve Tunus yönetiminin istifasıyla sonuçlanan bu kıvılcım dominal bir etki yaratarak tüm Arap coğrafyasında iktidar değişikliklerine neden olmuştur. Arap Baharı denilen sürecin başlamasında ve sürmesinde gençlerin rolü çok büyük olmuştur. Siyasetin dışında olmalarına, sömürülmelerine, baskı altında yaşamalarına dağınık ve programsız da olsa isyan etmişlerdir. Doğrultusuz bir toplumsal enerji açığa çıkmıştır. Bu durum bölgedeki eski iktidar odaklarını harekete geçirmiştir. Eski sol-sosyalist gruplar, islami popülist akımlar, selefiler, rol kapmaya çalışan bölge devletleri gibi bir çok çevre devreye girmeye çalışmıştır. Suriye’deki gelişen savaşla birlikte ise artık Arap Baharı kışa dönüşmüştür. Emperyalizmin ve başta Türkiye olmak üzere bölge devletlerinin peşpeşe geliştirdiği müdahalelerle, yine yaşanan iktidar kavgaları ile gerçek toplumsal muhalefetten neredeyse eser kalmamıştır.
Türkiye’de gelişen Gezi Direnişi sürecinde de Arap Baharı ile benzer birçok yönü görmek mümkündür. Ekolojik bir duyarlılık sonucu açığa çıkan hükümet karşıtı eylemler geniş kitlelerinin katılımı ile gerçek bir toplumsal muhalefete dönüşmüştür. Burada kimi yönleri farklı da olsa Arap Baharı ile ortak olan en temel yön devletin despotik-otoriter yönetim anlayışından duyulan rahatsızlıktır. Bu anlamda Arap Baharı ile Gezi direnişi arasında böylesi bir paralellik kurulabilir. Bir diğer paralelliği ise gençlik katılımı boyutu ile kurulabilir. Gezi direnişini de esas büyüten gençliğin katılımı olmuştur. Eylemlere gençlik kitelelerinin katılımı gezi direnişini hem nitelik hem de dinamizm anlamında çok farklı boyutlara taşımıştır. Gençlik ve toplum devletin buyurgan uygulamalarını kabul etmediğini yüksek sesle dile getirmiştir. Bu temelde aylara yayılan bir eylem ve direniş süreci birçok Türkiye kentinde gelişmiştir.
Gençlik öncülüğünde tüm halk demokratik tepkisini dile getirmiştir. Türkiye gezi direnişi ile çok renkli, çok çeşitli ve çok yaratıcı sivil eylemlere tanıklık etti. Devlet ve hükümet Türkiye cephesi açısından uzun bir süre sonra ilk kez böylesine bir muhalefetle karşı karşıya kalmıştır. Gençliğin yaratıcılığı ve direnme azmi burada belirleyici bir rol oynamıştır. Arap baharı ve Gezi direnişi arasında kurulabilecek üçüncü paralellik her iki isyan hareketinin de alternatif toplumsal-siyasal model sunan tutarlı ve örgütlü bir güçten yoksun olmasıdır. Gezi direnişi de bu yönü ile Arap baharına benzemektedir. Hükümeti istifaya çağırmanın ötesine geçen, kendi toplumsal projesi ile toplumsal muhalefeti örgütleyen bir örgütlü gücün yokluğu gezi direnişini dağınık ve programsız bir muhalefet sınırlarında bırakmıştır. Bu nedenle geniş bir toplumsal muhalefet hareketi toplumsal bir devrim ve toplumsal bir dönüşüm hareketi halini alamamıştır. Hal böyle olunca ortaya çıkan toplumsal muhalefet tıpkı Arap Baharında olduğu gibi saptırılmaya musait hale gelmiştir. Kemalist-orducu solcular, ulusalcı-milliyetçi çevreler ve hükümet karşıtı olan farklı iktidar ve sermaye grupları muhalefeti yönlendirmek ve saptırmak istemişlerdir. Gezi direnişi özünden bu şekilde boşaltılmış ve Türkiye halkı adına çok önemli bir fırsat değerlendirilememiştir.
Gezi direnişi Türkiye gençliğinin toplumsal öncülük rolünü oynama açısından bir dönüm noktası olacak mı? Bu bağlamda Türkiye gençliğinin durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye gençliği gezi direnişi ile 12 Eylülün etkisini kırmış mıdır?
12 Eylül faşizmi tarafından sindirilen, apolitize edilen gençliğin Gezi direnişi ile birlikte çok uzun bir aradan sonra yeniden eyleme geçmesi kuşkusuz çok önemli ve dikkatle değerlendirilmesi gereken bir konudur. Türkiye gençliği çok uzun bir süre sonra ilk kez bu düzeyde itiraz sesini yükseltmiş, isyana geçmiştir. Her ne kadar örgütsüz, dağınık ve hatta kentli-orta sınıf özellikleri ağır basan bir isyana geçiş olsa da gençlik kimliği ile böylesi bir eyleme geçişin açığa çıkması Türkiye gençliğinin mücadele potansiyelini göstermesi açısından önemli olmaktadır. 12 Eylülün gençlik üzerinde yarattığı tahribatı biraz öncede belirttim. Bu tahribat birkaç yıllık uygulamalarla veya geçici tedbirlerle oluşturulan sınırlı bir tahribat değildir. Yaratılan 12 Eylül kişiliği ve 12 Eylül gençliği emperyalizmin gençliği teslim almak için geliştirdiği politikalarının Türkiye’deki uygulanma biçimi olmaktadır. Özgürlük arayan, devrim yapma hayali olan gençlik anlayışının beyinlerden silinmesini, kazınıp atılmasını hedefleyen, bu sorundan köklüce kurtulmayı önüne koyan bir projedir. Bu amaç doğrultusunda 12 Eylül kendini kurumsallaştırmıştır. Şunu söylemeye çalışıyorum: 12 Eylül olanca ağırlığı ile karşımızda durmaktadır. Ciddi hiçbir değişiklik yaşamamıştır. 12 eylül rejimi hükmünü sürdürmektedir. Dolayısıyla gençliğin bunu kırdığını söylemek çok naif bir değerlendirme olacaktır, gerçekleri görmemek olacaktır.
Türkiye gençliği hala sistem içerisinde öğütülmekte ve gerçek bir çıkış noktası bulamamaktadır. Gezi direnişi bu noktada gençliğin toplumsal öncülüğü için bir dönüm noktası olmasa da çıkış noktası olabilir. Bir hareket noktası olarak ele alınabilir. Açığa çıkmış olan direniş ruhunun daha derli toplu bir demokrasi ve özgürlük mücadelesine kanalize edilmelidir. Türkiye gençlik hareketlerinin en temel görevi de bu olmak durumundadır. Yıllar önce boşaltılan devrimci mevziler bir an önce yeniden bu temelde doldurulmalıdır. Denizlerin ve Mahirlerin anılarına sahip çıkmak için hala da çok geç değildir. Türkiye gençliği tarihini bilerek bugününe bakar ve görevlerini ertelemeden dört elle sarılıp Kürdistan mücadelesi ile de ortaklaşırsa başarıya ulaşabilir. Devlet'in 80’den sonra doğrudan gençlikle oynadığını iyi bilerek hareket etmek gerekir.
Elbette bütün siyasal problemlerin tek ilâcı her düzeyde örgütlenme olduğu için, ilk baştan itibaren gençliğin örgütlenme, örgütlenme, örgütlenme sloganıyla yola çıkması doğru olandır. Örgütlü olmak özellikle gençliğin küçük burjuva yapısı içindeki yozlukla olmaz. Örgütlü olmak bilinçli olmayı, topluma karşı sorumlu bir insan olmayı gerektirir. Bunun biricik yolu ise örgütlü mücadele içinde olmaktır. Toplumsal hayatın sorunlarına, siyasetin sorunlarına müdahale eden, çözüm üretmek isteyen, kendi halinden memnun olmayan, özeleştirel, yüzü topluma dönük, örgüt ve eylem disiplinine gelen, ahlâken düzeyli, mücadelenin ihtiyaçlarına göre davranma fedakârlığı gösteren, yüksek moralli, çalışkan öncü gençlik kadrolarına ihtiyaç vardır. Türkiye gençliğinin yeniden toplumsal öncülüğe soyunması bir bütün olarak gençliğin ve toplumun içinde bulunduğu umutsuzluk haline cevap olması ile mümkündür. Bu da kadrosu, bilinci, örgütü ve eylemiyle popülist yaklaşımlardan uzaklaşmış, parçalı olmayan, grupçuluk yapmayan, sade bir başlangıç yapmaktan geçer.
Kürdistan gençliğinin verdiği mücadele Türkiye gençliğini nasıl etkiliyor, Geziyi bu yönüyle nasıl ele alıyorsunuz?
Kürdistan gençliğinin yürüttüğü mücadele Türkiye gençliğini her alanda çok yoğun etkilemektedir. Mücadeleye çeken olumlu bir rol oynamaktadır. Bu anlamda olumlu bir etkileme söz konusudur. Direnmekte kararlı ve tutarlı olan onlarca Türk genci Kürt özgürlük mücadelesine bu temelde katılmaktadır. Örgütlü mücadele yürüten Türkiye gençlik hareketleri de Kürdistan gençlik hareketinden etkilenmekte, Kürt gençlerinin mücadeleciliği, fedakarlığı, direnişçiliği, eylemciliği bu hareketlere esin kaynağı olmakta, moral vermektedir. Türkiye devrimci gençlik hareketinden ilham alarak yola çıkan Kürdistan mücadelesi bu sefer tersinden Türkiye gençliğine ilham vermektedir.
Türk ve Kürt gençlerinin ortak mücadelesi stratejik öneme sahip bir husus olarak bu şekilde somutlaşmaktadır. Birçok noktada Kuşkusuz Gezi direnişinin gelişmesinde de Kürdistan halkının ve gençliğinin yürüttüğü mücadelenin rolü tartışmasızdır. Kürdistan halkının yürüttüğü mücadelenin gezi direnişine bu temelde dolaylı iki katkısı olmuştur. Birincisi devleti yürüttüğü mücadele ile yıpratmış ve batıdaki eylemlere bu temelde objektif bir zemin sunmuştur. İkincisi ise Önder Apo öncülğünde bir çözüm süreci geliştirilmiş ve bu süreç Türk toplumunun PKK karşıtlığı üzerinden kontrol edilmesini devletin elinden almıştır. Bu noktada gençlik hareketi olarak gezi direnişçilerine bir özeleştiri borcumuz olduğunu düşünüyoruz. Bu vesileyle bunu dile getirmek istiyorum. Her ne kadar Gezi direnişine Kürdistan gençliği olarak katılmış, kimi katkılar sunmuşsak da bu çok yetersiz kalmıştır. Gezi direnişi sürecini yeterince iyi kavrayamamış ve daha aktif bir biçimde mücadelede yer alamamış olmamız bir özeleştiri konusu olmaktadır. Bu vesileyle bunu da dile getirmiş olalım.
Daha önce Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, DEV-GENÇ örneğini vererek DEM-GENÇ’ın kurulmasını istemişti. Son dönemde Türkiye gençliği açısından yaşanan gelişmeler ve arayışlar da göz önünde bulundurulduğunda Kürdistan gençliği ile Türkiye gençliği buluşabilir mi?
Bugün DEM-GENÇ’İN yeniden örgütlendirilmesini tartışırken, hem Türkiye gençliğinin hem de Kürdistan gençliğinin tarihsel mirasını bilince çıkarmak ve bu mirasın temel karakter ve şekillenişini iyi kavrayabilmek gerekmektedir. Bu yönüyle biz, Türkiye’de ve Kürdistan’da gençliğin hamlesel bir çıkış yapması gerektiğini ortaya koyarken DEV-GENÇ mirasını örnek gösteriyoruz. DEV-GENÇ Türkiye tarihinde gençliğin en büyük toplumsal kalkışıdır. Gençliğin en büyük örgütlenme hamlesidir. Gençliğin o dönem DEV-GENÇ üzerinden örgütlenip büyüdüğü, toplumda sisteme karşı gelişen toplumsal muhalefete öncülük edebildiği, toplumun farklı kesimlerinden gelişen çok yönlü toplumsal muhalefetin bir bütününü kapsayabildiğini biliyoruz. DEV-GENÇ o dönem gelişen tüm gençlik muhalefetini kendi içerisinde toplayıp, birleştirdi. Bu çok önemliydi. Başarının sırrı da buradaydı. Bugün ise gençlik olarak farklı toplumsal kesimleri, muhalif duruşları bir araya getiremeyişimiz yaşadığımız en büyük eksiklik olmaktadır.
Türkiye toplumunda ve özellikle de Kürdistan toplumunda ciddi bir toplumsal dönüşüm vardır. Bu sürecin içinde tabi ki gençlik de vardı. Çünkü gençlik demek muhalif olmak demektir. Gençlik demek verili olanı kabul etmeyen, yenisini yaratmaya çalışan demektir. Bu noktada önemli olan gençliğin bu karakteriyle mevcut bu durum içerisinde nasıl bir yol izlemesi gerektiğini netleştirmesidir. Bizim toplumsal görevler ve süreç karşısında kendimize biçtiğimiz rol nedir? Biz gençler olarak neyi temsil edeceğiz? Sorularına cevap olmak gerekmektedir. Önder Apo bu cevabın ana ekseninin DEM-GENÇ projesi, yani gençliğin ortak konfederal örgütlüğünün geliştirilmesi olduğunu belirtti. Gençliğin bu temeldeki birliğinin en az o dönemler kadar yakıcı bir ihtiyaç olduğunu ortaya koydu. Bir dönemler DEV-GENÇ vardı, şimdi de DEM-GENÇ olabilir dedi.
Demokratik gençlik konfederalizminin demokratik modernite çözümü ile Türk ve Kürt gençliğine alternatif sunmasının önemi tam da burada ortaya çıkmaktadır. Kürdistan gençliğinin kendi çözümünü Türkiye’nin çözümü haline getirmesi gerekmektedir. Demokratik Gençlik Konfederalizminin yaratıcılığı ve çözüm önerileri ile Türk ve Kürt gençliğinin birleşik isyanını sistematiğe kavuşturması ve bunun süreklileşen devrimci gençlik birliği olarak kurumlara kavuşması önem arz etmektedir. Kürdistan Devrimci Gençlik Hareketi bunun örgütlendirilmesine Türkiye’deki sol-sosyalist Gençlik Hareketleri ile ittifak içine girerek ve kimi birlikler oluşturarak başlayabilir. Kendisini kemalist-orducu soldan ayıran tüm Gezi direnişçileri ve sol gençlik yapıları ortak bir platformda buluşabilir. Bunun imkanı şu anda her zamankinden daha fazla bulunmaktadır. Çok çeşitli ve farklılık içeren muhalif çıkışların Türkiye toplumunda da yoğunluk kazanması bir avantaj olarak değerlendirilebilir. DEM-GENÇ bu temelde sistemden dışlanan, ötekileştirilen, sistem karşıtı olan tüm güçleri potansiyel ittifak gücü olarak değerlendirmek durumundadır. Çok çeşitli olan muhalefetin tümüne hitap etmeyi önüne koymalıdır.
DEV-GENÇ içerisinde Türk ve Kürt gençliğinin birliği anti-emperyalist, anti-faşist temeldeki ortak tavra dayanmaktaydı. Türkiye ve Kürdistan gençliğinin gelinen aşama itibariyle bu iki nokta üzerinden hareket etmesi yetersiz kalacaktır. Bugün Türkiye’de devrimci muhalefet Kürt özgürlük mücadelesi ve Kürdistan gençliği şahsında en güçlü tavrını ortaya koymaktadır. Kürdistan mücadelesinin günceldeki bu rolü görülmeden geliştirilecek birlik anlayışları yeni dönem açısından yetersiz kalacaktır. Dolayısıyla gençlik örgütlenmesi gençliğin anti-emperyalist, anti-faşist tavrına anti-sömürgeci tavrı da eklemek durumundadır. Keza Türkiyeli gençlik açısından, Kürdistan’ın sömürge olarak kabulü ezen ulusun devrimcileri olarak yapmaları gereken mutlak bir devrimci görev ve ayrıca Türkiye gençliğinin Kemalist etkilenmeleri aşması açısından da bir zorunluluktur. Kürdistan gençliği açısından da Türkiye devrimine karşı sorumlu bir yaklaşım gereklidir. Türkiye devrimi ile Kürdistan devriminin birbirlerine kopmaz bağlarla bağlı olduğunu anlamak ve bunun tarihsel olarak böyle olduğunu görmek gerekiyor. Türk ve Kürt gençliğinin böyle bir zeminde buluşması devrimin vazgeçilmez ve ertelenemez görevi durumundadır.
0 yorum:
Yorum Gönder