Türkiye'den ve Kürdistan'tan kilometrelerce uzakta, başka bir gökyüzü altında, binlerce farklı milletler arasında bir Türk ve bir Kürt olarak bir arada yaşamak nasıldır? Bu sorunun cevabını arayan akademisyen Bahar Başer, İsveç ve Almanya deneyimleri üzerinden yola çıkarak "Diasporada Türk-Kürt Sorunu" adlı bir kitap yazdı.
Türk ve Kürt gençlerle yaptığı mülakatlar ve Avrupa'daki Kürt ve Türkler arasındaki araştırmaları inceleyerek yola çıkan Başer'le, Türk ve Kürt sorununu bir de diasporadan doğru konuştuk.
Başer, Kürtlerin azınlık içindeki azınlık olduğunu dile getirerek, Türklerin ise "iyi Kürt" ve "kötü Kürt" ayrımı yaptıklarını belirtiyor. Başer'in altını çizdiği konulardan biri de Kürt ve Alevi kesimin büyük bir çoğunluğunun hala korkudan "Türk ve Aleviyim" diyerek yaşıyor olması.
Başer, tüm bu sorunların Türkiye ve Kürdistan'da atılacak demokrasi adımlarına bağlı olarak gelişeceğini de ekliyor.
-Diasporada Türk-Kürt sorunu adlı kitabınız çıktı. Hayırlı olsun. Mühim bir çalışma konusu olduğunu düşünüyorum. Ben de gazeteci olarak zaman zaman bu konuya eğiliyor, sorunlara bu çerçeveden kulak vermek gerektiğini düşünüyorum. Siz hepimizin yararlanacağı bir tez ortaya çıkarmışsınız. Neydi sizi konunun derinlerine çeken?
Çok teşekkür ederim, elimden geleni yapmaya çalıştım. Aslında diaspora çalışmalarına Tamil diasporasının faaliyetlerini inceleyerek başlamıştım. Kürt ve Türk diasporalarına akademik olarak geçişim İtalya’da doktoraya başladığım yıllarda oldu. Onun öncesinde ise, bu konulara ilgi duymaya başlamam 2006 yılında İsveç’e taşındığım zaman başladı. Yurtdışında yaşarken Türkiye’ye, kendi siyasi fikirlerime, İstanbul’da kendime yarattığım dünyaya biraz daha farklı gözlerle bakmaya başladım. Uppsala gibi İsveç’te Kürtlerin en yoğun olduğu şehirlerden birinde yaşamak da ilginç bir deneyimdi benim için... Kürt meselesine ilgi duymam bu sorgulama sürecinde başladı. Önce Türkiye’de imtiyazlı bir gruba mensup olduğumu anlamam, bunu sorgulamam ve Avrupa’da kendimi göçmen olarak konumlandırmam derinlere çekti, bir daha da çıkamadık zaten.
-Peki biraz başa saralım filmi? Avrupa'ya Kürt ve Türk, ya da kendini Türk olarak tanımlamayı tercih etmiş toplumlarının göçleri benzer dönemler ve benzer sebeplerle mi başlıyor?
Avrupa’ya daha önce öğrenci olarak ya da başka sebeplerle giden küçük gruplar var elbette ama göçmen dediğimiz kitleyi oluşturan toplu olarak göçler 1960'lı yıllarda Türkiye’nin bazı Avrupa ülkeleriyle karşılıklı olarak imzaladığı anlaşmalar neticesinde oluyor. Bu topluluklar genelde ‘Türk İşçiler’ veya ‘Türk göçmenler’ gibi başlıklar altında anılsa da aslında azımsanamayacak kadar Kürt grupları da kapsıyor. Bu göçler genelde ekonomik göç kategorisinde kabul ediliyor. Sonrada 1970'lerden itibaren, 1980 sonrası daha da sıklaşarak artan bir siyasi mülteci göçü var. Bu kategorideki Türkiyeli göçmenlerin büyük bir kısmını ise Kürtler oluşturuyor. Başka gruplar da var elbet, örneğin Türkiye’den göç eden Süryanilerin çoğu İsveç’te yaşıyor. Bunun dışında aile birleşimi ile giden göçmenler de var. Bir de istatistiklerde yer almayan, yasal yollardan giriş yapmamış ‘kaçak’ diye adlandırılan birçok kişi var.
KÜRTLER AZINLIK İÇERİSİNDEKİ AZINLIK
-Kürtlerin göç serüveni, Türkiye halklarından başka ve çok daha güvenliksiz biçimlerle meydana geliyor Avrupa'da. İsveç ve Almanya örneği üzerinden gidersek, Kürtlerin, Türklere göre daha fazla yaşadığı 'sorun'lar neler?
Türkler ve Kürtlerin göçmen olma veya göçmen aileye mensup olma olgularından kaynaklı paylaştıkları birçok ortak sorun var. Yalnız Kürtlerin Türklere ya da başka etnik gruplara göre göreceli olarak daha fazla etkilendikleri durumlar var. Bir kere şunun altını çizmek gerekiyor, herhangi bir nedenle Avrupa’ya çıkmış bir Kürt birdenbire kendisini başka halklarla eşit olduğu bir platformda bulmuyor. İstisnai durumlar hariç- örneğin Kürt kimliğinin kriminalize olmadığı ve bürokratik sistemlerde ayrı bir etnik aidiyet kabul edildiği İsveç gibi ülkelerde- Kürtler bu kez de ‘devletsiz bir diaspora’ olmanın getirdiği sorunlarla boğuşuyorlar. Örneğin bir devlete sahip olan diaspora üyeleri yeri geldiğinde arkalarında anavatandan beslenen siyasi bir destek bulabiliyorlar ama Kürtlerin yerleştikleri ülkelerdeki gücü toplumsal hareketlerine ve örgütlenmelerine bağlı oluyor. Bunun dışında, Kürt kimliği kollektif olarak bir etnik aidiyet kategorisinde resmi kabul görmediği sürece, yerleştikleri ülkelerde bir kez daha anadilde eğitim gibi haklardan mahrum kalıyorlar. Örneğin Almanya’da Türk göçmenler birçok sorunla yüzleşen bir azınlık konumundayken, Kürtler aidiyetleri tanınmadığından dolayı temsiliyet durumunda azınlık içerisinde azınlık olarak kalıyorlar. Bunun üzerine bir de Kürt hareketinin siyasi nedenlerle kriminalize edilip engellenmeye çalışması eklenince eşit haklar için mücadelenin diasporada da şekil değiştirmiş boyutlarda devam ettiğini görüyoruz.
-Türk ve Kürt toplumlarının ilişkileri, özellikle de gençlerin birbirleriyle iletişimleri nasıl?
Türk diasporası, tek bir siyasi duruşa sahip ve beraber hareket eden monolitik bir özne değil. Aslında Türk diasporası değil, Türk diasporacıkları var. Bu grupların kendi içlerinde de anlaşmazlığa düştüğü çekişme yaşadığı alanlar var. Kürt hereketinde ise baskın grup PKK’ye yakın duran örgüt ve kuruluşlar olsa da, hala PKK’den önceki hareketlerin uzantıları mevcut. Her iki topluluk da haliyle diasporada evrimleşen bu siyasi ideolojilerden etkileniyor ve siyasi duruşlarını bu etkenlere göre belirliyor. Genel çerçevede Almanya örneği için Türkiye’nin bir izdüşümü diyebiliriz. Halklar arasındaki ilişkiler Türkiye’de olan bitenlerden etkileniyor. Bazen şiddet içeren çatışmalar olsa da karşılıklı ilişkiler söz konusu. İş ilişkileri, evlilikler, dostluklar oluyor elbette. İsveç’te ise Türk-Kürt toplumları arasında daha büyük bir mesafe gözlemledim. Bunun da sebeplerinden biri hem her iki toplumun da Almanya’ya oranla sayıca daha az olması, hem de Türk-Kürt grupları arasındaki sınıfsal farklılıklar. İsveç’te çok aktif bir Kürt diasporası var elit düzeyde.
-Ya gençler?
Gençler açısından birinci kuşağa göre farklılık gösteren durumlar var. Örneğin İsveç’te ikinci kuşak Kürtler ve Türkler arasında belirgin bir izolasyon vardı. Siyaseten aktif olan gençlerin çoğunun karşı gruptan arkadaşı yoktu, karşı gruptan biriyle evlilik yok denecek kadar azdı mülakatçıların arasında… Almanya’da ise Türkler ve Kürtlerin sayıca en büyük göçmen grubunu oluşturmasının bir etkisi var. Hem pozitif hem negatif olarak tanımlanabilecek bir çeşit ilişkiler yumağı.
TÜRKLER DİASPORADA DA TAHAKKÜM KURMAYA ÇALIŞIYOR
-Aynı sosyal alanlarda ne tür durumlarda karşı karşıya kalıyorlar?
Kitapta belirtmeye çalıştığım şuydu; Türklerin Kürtler üzerinde egemenlik kurma mücadelesi diasporada da devam ediyor. Bu mücadele sosyal, ekonomik ve siyasi her türlü alana da yansıyor. Almanya’da doğmuş bir Türk, Almanya’da doğmuş bir Kürd’ün ‘Ne mutlu Türküm Diyene’ dememesinden gocunuyor. Bence diaspora hakkında tartışılması gereken en önemli şeylerden biri de bu… Ulus-devlet sınırlarına taşmış ve nesiller boyu devam eden Kürt halkının kaderi üzerinde ‘tahakküm hakkının’ kendinde olduğunu düşünme güdüsü… İşte Kürtler Almanya’da anadilde eğitim hakkına sahip olsun mu olmasın mı, Kürtler Newroz’da özgürce kutlama yapsın mı yapmasın mı hala Avrupalı yetkililer dahi bu konuları ‘Türk diasporasının milli hassasiyetleri’ çerçevesinde düşünüyorlar. Bence Türk-Kürt sorunu diye tanımladığımız şeyin temelinde bu var ve iki topluluk arasındaki ilişkinin de her zerresine işlemiş durumda. Sol gruplar bu konuda daha temkinli ve elbette Kürt gruplarla diğer Türk sağ görüşlü gruplara nazaran daha çok dayanışma içinde… Ama bu tahakküm meselesinin sol gruplarda dahi izleri görünüyor.
-Bu karşı karşıya gelme anlarında şiddet boy gösteriyor sanırım?
Bu dediğiniz ülkeden ülkeye değişiyor. Örneğin İsveç’te bireysel olarak şiddet içeren olaylar olmuş olabilir ama kayda geçen bir kitlesel şiddet olayı yok. Mülakatlarım da bunu doğruladı. Almanya’da ise özellikle 1990'lı yıllarda hem Türk işyerlerinin kundaklanması hem de Kürt derneklerine saldırı haberlerini sık sık duyuyorduk. Halen büyük boyutlarda çatışmalar yaşanıyor, sanırım en sonuncusu Berlin’de 2000'li yılların başında ‘Türk Yürüyüşü’ denilen olay sırasında yaşandı. Aşırı milliyetçi Türk grupları Kürt dernek ve dükkanlarına saldırdı. Hollanda, Belçika ve Fransa’da da bu tür olaylar Almanya’daki kadar olmasa da oluyor.
DİASPORADA HALA BİR KÜRT BİR TÜRK'LE EŞİT DEĞİL
-Kürtler için daha özgür bir alan diyebilir miyiz?
Örneğin; İsveç'te ırkçılık suçtur. Bu bir güvence veriyor mu? Kürtler için daha özgür bir alan demek için nereden ne amaçla baktığımız önemli. Avrupa’da yaşamak elbet Kürtlere kendilerini ifade edebilmek için bir alan yarattı. Özellikle 1980'ler ve 90'lar ile kıyasladığınızda Türkiye’ye nazaran çok daha özgür bir ortamda örgütlenebildiler ve kendilerini ifade etmeye çalıştılar. Diasporada Kürtçe’yi geliştirme faaliyetleri, açılan Kürt televizyonları... Bunlar devrim niteliğinde gelişmeler. Ama ben kitabımda bu konuyu başka bir boyuttan ele almaya çalıştım. Kürtlerin ‘dezavantajlı konumunun’ diasporada yeniden üretildiğine, hala bir Türk ile bir Kürt’ün eşit vatandaşlık haklarına sahip olamadığına, Kürtlerin toplumdaki konumlarının, siyasi haklarının hala yaşadıkları ülkelerin siyasi tercihlerine göre şekillendiğinden bahsetmeye çalıştım. Bence Avrupa Kürtlerin anavatanlarında iktidarda bulunan siyasi rejimlere göre daha özgür olduğu ama yine özgürlük ve hak mücadelesine soluksuz devam ettiği bir alan. Kürt hareketi içerisinde örgütlenmiş Kürtlerin Avrupa’da direniş durumundan ‘özgürlüğün keyfini çıkarma’ durumuna henüz geçtiğini düşünmüyorum. Avrupa’da yaşamanın ve örgütlü bir Kürt olmanın da kendine göre Türkiye’den bağımsız cendereleri var. Hem göçmen, hem Müslüman, hem Kürt olmak örneğin. Bütün bu aidiyetler farklı ayrımcılık mekanizmalarına maruz kalmayı getirebiliyor. İsveç gibi ülkelerde ırkçılığın ‘uygunsuz’ bir davranış kategorisinde değerlendirildiği söylenebilir ama yine de yapısal ırkçılık çok ciddi boyutlarda. İsveç’te güvence veren birşey belki vatandaşlık haklarına göreceli olarak daha kolay ulaşabilme durumudur. Yani yerleştikleri ülkede vatandaşlık alabilen mülakatçılarımın siyasi faaliyetlerinde daha güvenli hissettiklerini gözlemledim. Almanya’da ise hem vatandaşlık haklarını elde etmek zor, hem de Kürt hareketine mensup derneklerde yer almak bazen vatandaşlık haklarından mahrum bırakılmanıza bile vesile olabiliyor.
-İttifak kurular arenalar da yok değildir sanırım? Ne tür ortaklıkları oluyor Türk ve Kürtlerin?
İttifaklar elbette oluyor. Örneğin, en son Paris’te gerçekleştirdiğim alan çalışmasında HDP’nin hem belli başlı Kürt dernekleri hem de Türk soluna mensup küçük ama köklü derneklerce desteklendiğini ve diasporada yeşertildiğini gördüm. Aynı şekilde Hollanda’da Lahey ve Amsterdam’daki Kürt dernekleri ile Türk sol gruplar arasında bir dayanışma söz konusuydu. Almanya’da ise Demokratik Güç Platformu hem Alevi derneklerini hem de çeşitli Türk ve Kürt Derneklerini bir araya getirebiliyor. İlk toplantısını geçtiğimiz mayıs ayında gerçekleştiren bu platformu da çok önemli buluyorum. Belki bu ittifaklar çok köklü değişikliklere imkan vermeyecek ama iki halk arasındaki bağları sağlamlaştıran girişimler oluyor. Bunun dışında kadın derneklerinin ortak faaliyetleri var. İsveç’te bu tarz örneklere hiç rastlamadım ama saydığım diğer Avrupa ülkelerinde çeşitli konularda dayanışma bulmak mümkün. Elbette bu dayanışmaların boyutu Türk derneklerinin siyasi yelpazede nerede yer tuttuğuna göre farklılık gösteriyor.
TÜRKLER "İYİ KÜRT - KÖTÜ KÜRT" AYRIMI YAPIYOR
-Türkiye'de ya da Kürdistan'da "bir arada yaşamak" mümkün mü? Değil mi? gibi konular tartışılırken, Avrupa'da bir arada yaşamak tercih ediliyor mu? Mesela bir Türk aile, Kürt komşusu olmasını önceler mi?
Ben bu kitap için yaklaşık 200 tane yüz yüze mülakat gerçekleştirdim. Sorduğum sorular akademik literatürde ‘sosyal mesafe’ diye adlandırabileceğimiz kavramın bileşenlerine odaklanıyordu. Yani karşı gruptan biriyle arkadaş olur musunuz, evlenir misiniz, komşu olur musunuz, iş kurar mısınız gibi. Genelleme yapmak çok doğru değil ama şöyle diyelim, genelde bu mesafeyi belirleyen etken Türkler için bir Kürd’ün siyasi olarak kendisini nasıl konumlandırdığıydı. PKK’ye destek veren Kürtler ‘terörizm’ kategorisinde inceleniyor ve bunun sonucunda araya bir mesafe konuluyor ve dışlanıyordu. İsveç’teki mülakatlarda özellikle ikinci kuşak mesafe koyma taraftarıydı. Almanya’da ise durum biraz daha karmaşıktı. Sol görüşteki mülakatçılar dışında diğerleri daha mesafeli yaklaşıyordu. ‘İyi Kürt’ ve ‘Kötü Kürt’ ayrımı çok belirgindi. Tanıl Bora’nın Medeniyet Kaybı kitabında bahsettiği o milli refleksin ya da milli linç orjisi gibi olguların diasporada da yeniden üretildiğine ve bir anti-Kürt hınca dönüştüğünü gözlemleyebiliyoruz. Bu konuda genelde alttan alan Kürtler oluyor ve Türklere karşı kendi deyimleriyle ‘daha fazla toleranslılar’, genelde sınırları çizen ve etnik aidiyetler sebebiyle dışlayıcı mekanizmalara başvuran kendi mülakatçılarım arasında Türklerdi. Savunma mekanizması olarak da işte ‘Ben Kürt düşmanı değilim, sadece teröristlere karşıyım’ gibi söylemler gelişiyor, bildiğimiz şeyler aslında…
-Türk ve Kürtlerin Avrupa'da politikaya katılımlarını nasıl gözlemliyorsun? Temsiliyetler üzerinden de bir tartışma sürüyor gibi.
İsveç’te Kürtler siyaseten son derece aktif. Parlamentoda birçok Kürt kökenli milletvekili görev yaptı ve yapıyor. Türkler ise bu konuda biraz arkadan takip ediyor. Son zamanlarda özellikle Ermeni Soykırım yasa tasarısının parlamentoda onaylanmasından sonra bir siyasi hareketlenme baş gösterdi. Almanya’da ise Türk siyasetçiler son derece aktif. Kürt diasporası ise siyasi örgütlenmede mesafe kat etse de, Kürt siyasetçiler halen Türkler kadar etkin değil. Yine de Feleknas Uca gibi örnekler bulmak mümkün. Bence İsveç, göçmen kökenli siyasetçilere çok daha fazla olanaklar sunuyor Almanya’ya göre… Almanya’da birçok birinci kuşak Türk ve Kürt vatandaşlık haklarından mahrum olduğu için oy bile kullanamıyor. Şimdi durum biraz iyileşti ama yine de değişmesi gereken çok şey var.
BAZI KÜRT VE ALEVİLER KORKUDAN "TÜRKÜM, ALEVİYİM" DİYOR
-Arada kalan, kamufle olmaya çabalayan ya da apolitiklerin durumu nedir? Örneğin, Dersimli Kürt ve Alevilerin, başta Almanya olmak üzere Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde daha çok "Türk/Türkiyeli ama asla Kürt değil" gibi bir kimlik karmaşası yaşaması ve bu şekilde kamufle olması Türkler ve Kürtler ile ilişkilerine nasıl yansıyor? Aynı şey, Lazlar, Araplar için de geçerli. "Türküm" diyerek yaşamak daha kolay ve daha mı güvenli?
‘Türküm’ diyerek yaşamanın daha güvenli olduğu bazı Kürt mülakatçılar tarafından dile getirildi. Özellikle Türklerle içiçe yaşayan birçok Kürt göçmenin Kürt kimliğini kamufle ettiğini söylediler. Bir de 1990'larda PKK kriminalize olmaya başladığında bir çekingenlik olduğunu ve birçok Kürt göçmenin politize olmasının yanında çoğunun da daha çok kabuğuna çekildiğini söylediler. Bazı ikinci kuşak mülakatçılar Kürt olduklarını sakladıklarını ya da sadece Aleviyim dediklerini söylediler. Örneğin, eğer okulda Türklerin yoğun olduğu bir sınıfta okuyorlarsa bu gibi mekanizmalar geliştirebiliyorlar. Belli bir yaştan sonra korku ve çekinme eşiği aşılabiliyor ve ‘Kürt kimliği ile barışma’ evresi başlıyor. Bazıları ise bu şekilde yaşamaya devam ediyor. Bu bahsettiğiniz şekilde davranmak Türk toplumu tarafından bir ‘kabul edilebilirlik’ getiriyor. Özellikle 90'larda böyleydi belki de. Günümüzde ise bana sorarsanız biri 'Kürd’üm’ dediğinde eskisi kadar sorun çıkmıyor. Milli reflekse hitap eden şey o iyi ve kötü Kürt ayrımını yapan çizgi. O da bir bireyden diğerine değişiyor.
-Peki ya kültürel asimilasyon? Tüm halkların başının belası bu sanırım. Belki en mühim ittifak da bu olmalı? Türkçeyi unutan Türkler, Kürtçeyi unutan Kürtler... Arzu edilen, sürgün yıllarının mükafatı bu olmamalıydı sanki. Şimdilerde ergenlikten gençliğe adım atanlar için nasıl duruyor dünya?
Bu durum da değişken. İsveç’te neredeyse ikinci kuşakla gerçekleştirdiğim bütün mülakatlarımı İngilizce yaptım çünkü Türk mülakatçılarım bile Türkçe konuşmakta zorlanıyordu veya çekiniyordu. Almanya’da ise büyük bir kısmı Türkçe'ydi. İkinci kuşak ve ondan sonrakiler için Türkçe veya Kürtçenin yavaş yavaş yok olması gibi bir sorun mülakatlarda dile getirildi. Örneğin, benim gittiğim Kürtçe kursuna, çok makul bir ücreti olmasına rağmen, rağbet azdı. Aileler çocukları önce Almanca öğrensin, Almanya’ya entegre olsun, güzel bir gelecek kursun istiyor. Kürtçe ikinci planda kalabiliyor. Kürtler için bir de şu durum var. Aileler Kürtçe konuşmuyorsa ya da başka nedenlerle çocuklarına Türkçe öğrettilerse, diasporada da Kürtçe’nin yerini Türkçe alıyor ve oto-asimilasyon halinde bu durum devam ediyor.
ÖCALAN'IN ÇAĞRISIYLA DÜZENLENEN KONFRANS ÇOK ÖNEMLİYDİ
-Avrupa'da bir arada mutlu yaşamak nasıl olur? Bunun için Türkiye ve Kürdistan'da hangi hareket ve adımların atılmış olması icab ediyor?
Keşke böyle bir şeyin reçetesi, formülü olsa, uygulasak bitse ama yok. Şu söylenebilir, Türkiye ve Kürdistan’da olan her gelişme diasporadaki toplulukların örgütlenmesine, faaliyetlerine, birbirleriyle ilişkilerine ve yerleşik bulundukları ülkelere siyasi yoldan angaje olmalarına yansıyor. Türkiye’deki herhangi bir olumlu adım da diasporaya elbet olumlu yansıyacaktır. Ama şunu unutmamak lazım, diasporanın da 50 yılı aşkın bir tarihi oldu artık, bu da demektir ki oradaki grupların da Türkiye’deki dinamiklerden bağımsız kendilerince bir hesaplaşma, yüzleşme ve barışma dönemi olmalı ve olacaktır da. Bunun dışında, olumlu gelişmeler de oluyor. Türkiye’deki hem Türk hem de Kürt siyasi birimler diasporanın öneminin farkında… Açılım dediğimiz durum ilk ortaya çıktığı yıllarda Türk siyasi aktörler Kürt ve Türk diasporalarını biraraya getiren birçok etkinlik yaptı; yine aynı şekilde Öcalan’ın çağrısıyla düzenlenen Brüksel’deki diaspora konferansı da birçok farklı grubu aynı çatı altında topladığı için çok önemliydi.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder