Sayfalar

Sayfalar

11 Ağustos 2014 Pazartesi

Ortadoğu toplumunda bunalım ve sorunlar -I

Abdullah ÖCALAN
Toplumsal bunalım sistemin kendini sürdüremez duruma düştüğü dönemleri dile getirir. Sorun kavramına nazaran daha genel bir anlama sahiptir. Bunalımlar daha çok devrevi karakterli iken, sorunlar olay, olgu, ilişki ve kurumlarda günübirlik yaşanır. Aynı sistem içindeki bunalımlara ‘konjonktürel’, bizzat sistemin kendi bunalımına ise ‘yapısal’ kavramıyla karşılık verilir. Toplumsal bunalımların çok yönlü nedenleri vardır. Siyasal, ekonomik ve demografik alanlardan kaynaklı olanlar gibi, jeobiyolojik kaynaklı olanları da vardır. Hiyerarşi ve devletin (genelde iktidar kurumları) gelişmediği toplumlar ağırlıklı olarak jeobiyolojikseldir. Doğal bir deprem veya kuraklık ciddi toplumsal bunalımlar doğurabilir. Çevrenin beklenmedik bozulması benzer sonuç yaratır. Beslenemeyen nüfus kadar, çok azalmış nüfus da bunalım etkenleri olabilir.

İktidar kaynaklı bunalımlar ise gerek savaş tekniğiyle, gerekse mali, ticari ve endüstriyel araçlarla sağlanan kar oranlarının sürekli düşmesiyle yaşanır. Savaşların maliyeti kazancını aşınca, başka araçlarla giderilmemesi halinde toplumsal bunalım kaçınılmazdır. Piyasalar üzerindeki mali, ticari ve sınai tekellerin kar oranları sürekli düştükçe ve bu kar oranları yeni savaşlarla ikame edilmedikçe, sistem içi bunalımlar kaçınılmaz olur. Bunalımların konjonktürden (Kapitalist sistemlerde bunalım süreleri genellikle 5 ile100 yıl arasında değişir) kaynaklı olanları daha da uzarsa sistemik bunalıma dönüşür. Artık sistem altında toplumun sürdürülemezliği söz konusudur. Sistemin yapısı dağılarak, yeni sistemsel yapıların gelişmesi için kaotik bir ortam doğar. Toplumsal güçler içinde ideolojik ve yapısal hazırlıklarına göre daha gelişkin yanıtları olanlar, yeni sistem inşasında başat rol alma şansını veya misyonunu kazanmış olurlar.

Her sistemin dağılıp yenisinin kurulması sorunu, pozitivist bilim anlayışında çarpık adlandırmalara yol açmıştır. Özellikle düz çizgisel tarih anlayışlarının yeni bir kaderci anlayışla toplum biçimlerini belirlemeye çalışmaları çok olumsuz sonuçlar vermiştir. Toplum gibi çok karmaşık bir doğayı mühendislik çalışmaları biçiminde projelendirmek, tarih boyunca bunalımlara çare olmak şurada kalsın, bunalımları daha da derinleştirmiştir. İster metafizik (İslam, Hıristiyan, Hindu vb.) ister pozitivist (ulus, ekonomi, hukuk) yaklaşımlar olsun, hepsi aynı kapıya çıkmaktadır. Hatta pozitivist metotlar, faşizm olgusunda ortaya çıktığı gibi, bunalımdan öte toplumsal soykırımlara kadar varan sonuçlara yol açmaktadır. İkinci Dünya Savaşı sonrası yaşanan bilimsel ve felsefi devrimler sonucunda toplumsal doğa konusunda daha derinlikli tartışmaların geliştiği söylenebilir. Ekoloji, feminizm, kültür, demokrasi söylemleri toplumsal doğayı daha aydınlatıcı olmakta, çözüm olanaklarını doğru belirleyip çözüm şansını arttırmaktadır.

Marksizm’in kapitalist bunalım teorisi olguyu resmetse de, beklediği çözüme -sosyalizm veya komünizm- her geçen sürede yaklaşmakta olmayıp daha da uzaklaşmaktadır. Bu durum toplum doğasının eksik ve yanlış tanınmasıyla ilgili olduğu kadar, önerilen çözüm modelleri ütopik olmaktan öteye anlam ifade etmemektedir. Daha da vahimi, önerilen eylem yöntem ve araçları istemeden de olsa kapitalizmin güçlenmesine hizmet etme durumuna düşmüştür. Tarih bu konuda sonu gelmez hayali çözümler ve umutsuz çırpınışlarla doludur. Toplumsal bunalım ve çareler konusunda tarih boyunca yaşanan gerçeklerin en önemli sonucu bilme eyleminin daha da derinleşmesidir; bunun ihtiyacının duyulmasıdır. Bilim ve felsefe, hatta din ve sanatlar bu anlamda ağır toplumsal bunalımlara yanıt olma ihtiyacıyla yakından bağlantılı olarak gelişmişlerdir.

Toplumsal sorunların karakteri farklıdır. Şüphesiz iktidar ve sömürüden kaynaklanma anlamında ortak yönleri bulunmaktadır. Ama günlük olarak daha sık yaşanma gibi farklı bir yönleri mevcuttur. Ayrıca bazı birey ve gruplar için sorun olan, bazı grup ve bireyler için çözümdür. Bunalımlar için bu husus daha geneldir. Tüm toplumsal kesimler bunalımlardan olumsuz etkilenir. Ancak marjinal olan bazı toplum düşmanları süreçten kazançlı çıkabilir. Eğer dış kaynaklı değilse, toplumsal sorunlar esas olarak iktidar odaklarının baskı ve sömürüsünden kaynaklanır. Kadın erkek odağından ve hiyerarşisinden, köle efendisinden, köylü ağasından, memur amirinden, işçi patronundan, tüm toplum iktidar tekellerinin baskı ve sömürü aygıtlarından olumsuz etkilenir. Zarar görür, sömürülür; baskı ve işkenceye uğrar. Sonuçta hepsi toplumsal sorun yaşar. İktidar ve sömürü tekellerinin çözüm olarak sundukları ise, daha yoğunlaşmış iktidar biçimleri ve sömürü yöntemleridir. Devlet ve sömürü biçimlerinin sürekli gelişim göstermeleri bu nedenledir. Bunun karşılığı ise sürekli direnme ve ayaklanmalardır, karşı savaşlardır. İktidar mantığına ve sömürü cazibesine sıkça düşmeler nedeniyle sonuç adeta bir kader gibi en onursuz biçimde sorunların baskısı ve sömürüsü altında yaşamadır. Devletli uygarlığın tarihi, bir anlamda baskı ve sömürü yöntemlerinin sürekli yenilenmesi ve geliştirilmesiyle buna karşı direnenlerin özgürlük ve eşitlik felsefesi ve eylemlerinin gelişmesinin tarihidir.

Ortadoğu toplumları tarih boyunca bunalım ve sorunları en çok yaşayan insanlık parçası olmuşlardır. Bunda esas neden şüphesiz beş bin yılı aşan süre boyunca merkezi uygarlığın olanca baskı ve sömürüsünü sürekli yaşamak zorunda kalmalarıdır. Dünyanın başka hiçbir bölgesinde bu denli uzun süreli ve yoğun baskı ve sömürü biçimlerine tanık olunmamıştır.

 
Ortadoğu’da Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü kitabından alınmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder