Sayfalar

Sayfalar

8 Şubat 2014 Cumartesi

Amerika-Meksika sınırına farklı bir bakış: Two Men in Town

64’ncü Berlinale’nin ikinci gününde gösterilen üç yarışma filmlerinden biri yönetmen Rachid Bouchareb’in 'Two Men in Town' isimli filmiydi.  Ön yargılara dikkat çekilen film, 1970'li yılların Amerikası'nda geçiyor.
64’ncü Uluslararası Berlin Film Festivali’nin ( 63.İnternationalen Filmfestspiele Berlin) önceki akşam başlamasının ardından “Altın Ayı” için yarışan filmlerde yavaş yavaş görücüye çıkmaya başladı.
Cuma günü gösterilen 3 film arasında Cezayir asıllı Fransız yönetmen Rachid Bouchareb’in son filmi  “Two Men in Town" da vardı.  1970’lı yılların Amerika’sında geçen film,  önyargılar üzerine kurulu bir hikayeyi işliyor. Yıllardır büyük bir sorun olan ve şimdiye kadar bir çok filme konu olan Amerika ile Meksika arasındaki sınırda yaşanan bir hikayeyi beyaz  perdeye taşıyan yönetmen Bouchareb, sorunu farklı bir perspektiften ele alarak Amerikalıların ön yargılarını sorguluyor.
Film biyografisinde benzer konuları işleyen yönetmenin bu filminde tıpkı 2009 yılında çektiği “London River"da olduğu gibi siyahi bir yaşlı adam karşısında beyaz bir kadının ön yargısının izlerini görmek mümkün.  Yeni filminde de karakterler siyah ve beyazlardan oluşuyor.  Farklı açılardan da olsa benzerlikler oldukça fazla.  Biri pişman olmuş bir katil, diğeri ise bir çok filmde rastladığımız Amerikalı bir polis şerifi, diğer bir ifadeyle güç, silah ve kanun sahibi...
DİN MOTİFİ
Amerika ile Meksika sınırında çekilen film,  Vestern filmlerini de anımsatıyor. Filmin başındaki kızıllaşan güneşin bir tepenin arkasında batmasıyla ortaya çıkan insan gölgesi ve yerde sürüklenen bir ceset, aynı zamanda filmin bitiş sahnesini de oluşturuyor.
Bu sahnenin ardından cezaeviyle devam eden filmin başrolünde  ünlü oyuncu Forest Whitaker’ı görüyoruz. Whitaker'in canlandırdığı William Garnett, işlediği cinayetin ağır psikolojisiyle dine sığınmıştır. Ancak bu kez günah çıkaran ve Kiliseye giden bir karakter değil, sürekli Kur’an okuyan, namaz kılan bir kişi var karşımızda.  Garnett, 18 yıl aradan sonra şartlı tahliye edildiğinde derin bir pişmanlık yaşar.  Kurtuluşu İslam dininde görmüştür. Ona göre, din bütün kötülüklerden arınmadır. Bu psikolojiyle hayata yeniden atılmaya çalışan Garnett,  kendisine yeni bir dünya yaratmaya çalışır. Ancak bu hiçte kolay olmaz. Gölgesine sığındığı dine rağmen, yaşadıkları karşısında öfkesine hakim olamaz.
ÖN YARGILARIN ALTINDA YAŞAM MÜCADELESİ
Aslında film, biraz bundan sonra başlıyor:  yaşadıklarından pişman bir siyahi karakter, onu şeytan olarak gören Amerikalı bir şerif, Harvey Keite, ve Garnett’in cezaevinde çıktığını duyan mafya patronu Luis Guzman. Garnett’in hayatı şerifin ön yargılarıyla mafya patronun ısrarlı talepleri arasında sıkışıyor. Bu durum aynı zamanda vicdan ile ön yargıların çatışmasını sahneye taşıyor.  Sosyal ve ahlaki gibi görünen bu hikayenin fonunda ise siyasi bir mesele yatıyor.
Rachid Bouchareb'in diğer bütün filmleri de dikkate alındığında, sorunun siyasi boyutlarına dikkat çeken temaları sıklıkla göze çarpıyor.  Bu filmde de, Meksika sınırındaki yaşananları işliyor. Bu sınırın kendisi, yol açtığı dramlar bir yana bırakıldığında siyasi bir sorunu ifade ediyor.
Garnett’in cezaevinden sonra düzenli bir işe girmesi, evlenmek için bir kadın bulması ve bütün günahlarından arınmış biri olma girişimlerine rağmen Şerif, buna bir türlü inanmamakta ve onu, kasaba için “tehlikeli“ görmektedir.
Garnett bir yandan Şerif'in psikolojik tacizlerine maruz kalırken, diğer yandan eski mafya patronu, Garnett’i yeniden kendileriyle birlikte çalışmaya zorlar. Böylece  Garnett, bankada çalıştığı güzel bir kadınla yaşam hayalleri sisli gölgelerin etkisinde kalıyor.
Yönetmen bu filminde, kasaba şerifi olan Bill Agati'nin,  Garnett'in iş bulmasını engellemek için iş verenlere uyguladığı baskı ile Amerika'nın adalet sistemine de gönderme yapıyor.
Film, mafya patronunun Garnett’i içlerine çekmesi için kız arkadaşına baskı uygulamasının ardından yaşanan bir cinayet ile son buluyor. Garnett, Ku’ran’ı bırakıp, İslam motifli yüzüğünü çıkarttıktan sonra mafya patronunu öldürüyor.  Özetle film, başladığı sahne ile son buluyor; şiddet ve ölüm. Bölgeye yeni  gelmiş kadın polis memuru Emilly Smith’in (Brenda Blethyn) bütün iyimser çabaları da bu yaşananların önüne geçemiyor.
Ancak kendisi de bir müslüman olan yönetmen Rachid Bouchareb,  Kur'an ve yüzüğü bir kenara bırakarak, dini şiddet dışında tutarak, dinde şiddet olmadığı mesajını vermeye çalışıyor.  Önyargılar net hatlarla çizildiği film şimdiden "Altın Ayı" ödülü için güçlü adaylar arasında sıralanıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder