![]() |
Abdullah ÖCALAN
|
Beş bin yılı aşan merkezi uygarlık sürecini ahlak, politika ve demokrasi kavramları temelinde çözümlemek çok öğretici olacaktır. Toplumsal doğanın ahlaki ve politik olgular olarak gelişim gösterdiğini önceki bölümde işlemiştim. Kısaca da olsa tekrarlamalıyım ki, ahlak ve politika olmadan toplum olmaz. Olsa dahi amorf (şekilsiz) bir yığın olmaktan öteye anlam ifade etmez. Böyle toplumlar olsa bile, ancak başka toplumlar için malzeme nesneleri durumundadır.
Ahlak, toplumun ilk inşası sırasında takındığı tutumların bütünlüğü olarak tanımlanabilir. Bu da ilkel toplumun beslenme, üreme ve korunma için aldığı tedbirler, yaptığı iş ve eylemler bütünlüğüdür. Bu bütünlükler gelenekselleştiği ölçüde ahlak oluşmuş sayılmaktadır. Üremesiz, korunmasız ve beslenmesiz toplum sürdürülemeyeceğine göre, o halde ahlaksız toplum da olmaz diyorum. Politika biraz daha değişik bir kavram olmakla birlikte, ahlâkla yakından bağlantılıdır. Ahlâktan farkı güncel bir eylem olmasıdır. Ahlâk gelenek olarak standart kalıplar halinde iş görür ve rol yaparken, politika günlük olarak toplumun önüne çıkan sorunlar konusunda alınan kararlar bütünlüğü demektir. Bu kararlar bütünlüğü gelenekselleştiği ölçüde, ahlâkî geleneklerle bütünleşip bizzat ahlâk kuralları haline gelirler. İkisinin birbirini beslemesi söz konusudur. Ahlâk geleneksel olarak politikaya çerçeve sunarken, politika yeni iş görücü kararlarıyla bu çerçeveyi sürekli genişletmekte ve derinleştirmektedir. O halde iki kavram ve olguyu birbirinden tamamen ayırmak mümkün olmamaktadır.
Demokrasi üçüncü önemli olgu ve kavram olarak ilk iki olgu ve kavrama eklenmek durumundadır. Bu anlamda demokrasisiz toplum da düşünülemez. Düşünülse bile, kendini ifade edemeyen toplumsal malzeme nesnesi konumundadır. Başka toplumların kullanım araçları toplamı olarak iş görmekten kurtulamaz. Bu durumda demokrasinin işlevi, politika yapılır ve kararlar alınırken, ilgili tüm toplumun ifade ve örgütlenme gücü olarak sürece katılımını ifade eder. Politika özünde bu anlamda demokratiktir. Gerçek politika demokratik olan politikadır. Demokratik olmayan politika çok sonraları gelişen hiyerarşik iktidar ve devlet güçlerinin tek taraflı idare kararlarıdır. Bu güçlerin ‘idare kararlarına’ politika denmez, idare kuralları denilir.
Gerçek politika mutlaka demos’un (kabile, aile, aşiret, kavim, ulus toplumunun tüm organlarının bütünlüğü) katılımı ve tartışmasıyla gerçekleştirilenidir. Politika halksız, toplumsuz, katılımsız oluşacak bir olgu ve kavram değildir. Dolayısıyla politika demokratik olmak zorunda olduğuna göre, ahlâkî de olmak zorundadır. Demokrasinin olmadığı toplum politik, politikanın olmadığı toplum ahlâkî olamaz. Bu üçlü olgu ve kavramsal ifade olmazsa olmaz kabilinden birbirlerini gerekli kılarlar.
Ortadoğu merkezî uygarlığı toplumun bu üç temel olgusu ve kavramsal ifadesiyle çelişki içinde ve zıtlaşarak gelişmiştir. Aralarında temel bir diyalektik ilişki mevcuttur. Uygarlık toplumu (kent-sınıf-iktidar) ne kadar gelişirse, ahlâk, politika ve demokrasi de o denli gerileme yaşar. Aynı zamanda aralarında o denli bir gerilim ve mücadele yaşanır. Sümer destanlarında özellikle kadın, çiftçi ve çobana ilişkin söylemlerde bu süreci izlemek mümkündür. Bu gerilim ve mücadele gerçeğini dile getirmektedir. Daha sonraki destan ve dinsel metinlerde bu üçlünün (toplumun temel direkleri) sesini pek duyamayız. Demek ki mücadeleyi kaybetmişlerdir. Buna karşılık kabile ve aşiret destanları halen canlıdır ve günümüze kadar ulaşmışlardır. Demek ki ahlâk, politika ve demokrasi geleneğini tümüyle kaybetmemişlerdir. Daha üst bir soyutlama olarak tek tanrılı dinler Firavun ve Nemrut’tan çok bahsederler. Yine demek ki en azından başlangıç itibariyle ahlâkî, politik ve demokratik adımların sahibidirler. Avrupa uygarlığına dayalı ahlâk, politika ve demokrasi anlatımları çok eksik, temelsiz ve burjuvacadır. Burjuvazi gibi en bencil bir sınıfın bakış açısından ahlâk, politika ve demokrasi olguları ve kavramsal ifadelerinin tarihsel gelişimini, dolayısıyla gerçekliğini bütünlük içinde kavramak mümkün gözükmemektedir. Batının bu yönlü bilimine oldukça eleştirel yaklaşmak gerekir.
Merkezî uygarlık sisteminin dışında kalan tüm toplumsallıklarda kategorik olarak ahlâk, politika ve demokrasi olgusunun daha güçlü olduğuna hükmetmek gerekir. Bu çerçevede direnen, dağlara ve çöllere çekilen tüm kabile, aşiret, mezhep tipi yarı-göçebe ve işsiz topluluklarla kırsal alandaki çiftçi ve çoban topluluklarını direnişçi, özgürlük ve eşitliğe daha yakın güçler olarak değerlendirmek gerçekçidir. Derinliğine köleleştirilmiş unsurlar ikinci sırada ve objektif olarak bu projede değerlendirilebilir. Özgürlük için, eşitlik için, dolayısıyla ahlâk, politika ve demokrasi sorunları için önemli olan objektif kölelik değildir; ne kadar teslim olmamış, ne kadar direniyor, ne kadar konar göçerdir, ne kadar inançlarının savaşını veriyor sorularının cevabı önemlidir.
Ortadoğu toplumlarında elbette ciddi ahlâkî, politik ve demokratik sorunlar vardır. Uygarlık süreci gereği bu sorunlar çok kapsamlıdır da. Ama Avrupa uygarlığının hukuk, politika ve demokrasisinin fazlasıyla burjuvaca olduğunu, evrensel tarihsel-toplumun ahlâk, politika ve demokrasi olgusunu temsil etmediğini, yansıtmadığını bilmek önemlidir. Burjuvanınki demokrasi değil devlet idaresidir. Demokrasi adına yapılanlar tümüyle genelleştirilmese de, devlet idaresini gizleyen, ‘ayıbı örten asma yaprağı’ rolünü oynadığını belirtmek daha doğru bir yaklaşımdır. Aynı kıstaslar insan hakları için de geçerlidir. Özellikle hukukun tümüyle ahlâkın yerine geçtiği bir gerçektir. Hukuk devlet ve iktidara ilişkin bir sözleşmeler yığını olup, hiçbir zaman canlı ahlâkın yerini tutamaz. Devlet idaresi, devletin iç ve dış işleri için yapılan çalışmalara, karar ve uygulamalara ise politika denemeyeceğini anlamak gerekir. Belki devlet politikası denebilir, ama toplum politikası denemez. Demokrasi adına yapılanların toplumun çok dışında, temsil sahneleri olmaktan öte pek işlevleri yoktur.
Bu kısa eleştiri temelinde Ortadoğu toplumunda demokrasi, ahlâk ve politika potansiyelinin güçlü olduğu rahatlıkla belirtilebilir. Ciddi ahlâkî, politik ve demokratik sorunların olması potansiyelinin gücünü gösterir. Halen devlet ve iktidarcılık eğilimlerinin güçlü olması, diğer yüzünde güçlü ahlâkî, politik ve demokratik sorunları, ihtiyacı ve hatta varlığı akla getirir. Aralarındaki diyalektik çelişki gereği gerçeklik ancak bu biçimde ifade edilebilir.
Ahlak, toplumun ilk inşası sırasında takındığı tutumların bütünlüğü olarak tanımlanabilir. Bu da ilkel toplumun beslenme, üreme ve korunma için aldığı tedbirler, yaptığı iş ve eylemler bütünlüğüdür. Bu bütünlükler gelenekselleştiği ölçüde ahlak oluşmuş sayılmaktadır. Üremesiz, korunmasız ve beslenmesiz toplum sürdürülemeyeceğine göre, o halde ahlaksız toplum da olmaz diyorum. Politika biraz daha değişik bir kavram olmakla birlikte, ahlâkla yakından bağlantılıdır. Ahlâktan farkı güncel bir eylem olmasıdır. Ahlâk gelenek olarak standart kalıplar halinde iş görür ve rol yaparken, politika günlük olarak toplumun önüne çıkan sorunlar konusunda alınan kararlar bütünlüğü demektir. Bu kararlar bütünlüğü gelenekselleştiği ölçüde, ahlâkî geleneklerle bütünleşip bizzat ahlâk kuralları haline gelirler. İkisinin birbirini beslemesi söz konusudur. Ahlâk geleneksel olarak politikaya çerçeve sunarken, politika yeni iş görücü kararlarıyla bu çerçeveyi sürekli genişletmekte ve derinleştirmektedir. O halde iki kavram ve olguyu birbirinden tamamen ayırmak mümkün olmamaktadır.
Demokrasi üçüncü önemli olgu ve kavram olarak ilk iki olgu ve kavrama eklenmek durumundadır. Bu anlamda demokrasisiz toplum da düşünülemez. Düşünülse bile, kendini ifade edemeyen toplumsal malzeme nesnesi konumundadır. Başka toplumların kullanım araçları toplamı olarak iş görmekten kurtulamaz. Bu durumda demokrasinin işlevi, politika yapılır ve kararlar alınırken, ilgili tüm toplumun ifade ve örgütlenme gücü olarak sürece katılımını ifade eder. Politika özünde bu anlamda demokratiktir. Gerçek politika demokratik olan politikadır. Demokratik olmayan politika çok sonraları gelişen hiyerarşik iktidar ve devlet güçlerinin tek taraflı idare kararlarıdır. Bu güçlerin ‘idare kararlarına’ politika denmez, idare kuralları denilir.
Gerçek politika mutlaka demos’un (kabile, aile, aşiret, kavim, ulus toplumunun tüm organlarının bütünlüğü) katılımı ve tartışmasıyla gerçekleştirilenidir. Politika halksız, toplumsuz, katılımsız oluşacak bir olgu ve kavram değildir. Dolayısıyla politika demokratik olmak zorunda olduğuna göre, ahlâkî de olmak zorundadır. Demokrasinin olmadığı toplum politik, politikanın olmadığı toplum ahlâkî olamaz. Bu üçlü olgu ve kavramsal ifade olmazsa olmaz kabilinden birbirlerini gerekli kılarlar.
Ortadoğu merkezî uygarlığı toplumun bu üç temel olgusu ve kavramsal ifadesiyle çelişki içinde ve zıtlaşarak gelişmiştir. Aralarında temel bir diyalektik ilişki mevcuttur. Uygarlık toplumu (kent-sınıf-iktidar) ne kadar gelişirse, ahlâk, politika ve demokrasi de o denli gerileme yaşar. Aynı zamanda aralarında o denli bir gerilim ve mücadele yaşanır. Sümer destanlarında özellikle kadın, çiftçi ve çobana ilişkin söylemlerde bu süreci izlemek mümkündür. Bu gerilim ve mücadele gerçeğini dile getirmektedir. Daha sonraki destan ve dinsel metinlerde bu üçlünün (toplumun temel direkleri) sesini pek duyamayız. Demek ki mücadeleyi kaybetmişlerdir. Buna karşılık kabile ve aşiret destanları halen canlıdır ve günümüze kadar ulaşmışlardır. Demek ki ahlâk, politika ve demokrasi geleneğini tümüyle kaybetmemişlerdir. Daha üst bir soyutlama olarak tek tanrılı dinler Firavun ve Nemrut’tan çok bahsederler. Yine demek ki en azından başlangıç itibariyle ahlâkî, politik ve demokratik adımların sahibidirler. Avrupa uygarlığına dayalı ahlâk, politika ve demokrasi anlatımları çok eksik, temelsiz ve burjuvacadır. Burjuvazi gibi en bencil bir sınıfın bakış açısından ahlâk, politika ve demokrasi olguları ve kavramsal ifadelerinin tarihsel gelişimini, dolayısıyla gerçekliğini bütünlük içinde kavramak mümkün gözükmemektedir. Batının bu yönlü bilimine oldukça eleştirel yaklaşmak gerekir.
Merkezî uygarlık sisteminin dışında kalan tüm toplumsallıklarda kategorik olarak ahlâk, politika ve demokrasi olgusunun daha güçlü olduğuna hükmetmek gerekir. Bu çerçevede direnen, dağlara ve çöllere çekilen tüm kabile, aşiret, mezhep tipi yarı-göçebe ve işsiz topluluklarla kırsal alandaki çiftçi ve çoban topluluklarını direnişçi, özgürlük ve eşitliğe daha yakın güçler olarak değerlendirmek gerçekçidir. Derinliğine köleleştirilmiş unsurlar ikinci sırada ve objektif olarak bu projede değerlendirilebilir. Özgürlük için, eşitlik için, dolayısıyla ahlâk, politika ve demokrasi sorunları için önemli olan objektif kölelik değildir; ne kadar teslim olmamış, ne kadar direniyor, ne kadar konar göçerdir, ne kadar inançlarının savaşını veriyor sorularının cevabı önemlidir.
Ortadoğu toplumlarında elbette ciddi ahlâkî, politik ve demokratik sorunlar vardır. Uygarlık süreci gereği bu sorunlar çok kapsamlıdır da. Ama Avrupa uygarlığının hukuk, politika ve demokrasisinin fazlasıyla burjuvaca olduğunu, evrensel tarihsel-toplumun ahlâk, politika ve demokrasi olgusunu temsil etmediğini, yansıtmadığını bilmek önemlidir. Burjuvanınki demokrasi değil devlet idaresidir. Demokrasi adına yapılanlar tümüyle genelleştirilmese de, devlet idaresini gizleyen, ‘ayıbı örten asma yaprağı’ rolünü oynadığını belirtmek daha doğru bir yaklaşımdır. Aynı kıstaslar insan hakları için de geçerlidir. Özellikle hukukun tümüyle ahlâkın yerine geçtiği bir gerçektir. Hukuk devlet ve iktidara ilişkin bir sözleşmeler yığını olup, hiçbir zaman canlı ahlâkın yerini tutamaz. Devlet idaresi, devletin iç ve dış işleri için yapılan çalışmalara, karar ve uygulamalara ise politika denemeyeceğini anlamak gerekir. Belki devlet politikası denebilir, ama toplum politikası denemez. Demokrasi adına yapılanların toplumun çok dışında, temsil sahneleri olmaktan öte pek işlevleri yoktur.
Bu kısa eleştiri temelinde Ortadoğu toplumunda demokrasi, ahlâk ve politika potansiyelinin güçlü olduğu rahatlıkla belirtilebilir. Ciddi ahlâkî, politik ve demokratik sorunların olması potansiyelinin gücünü gösterir. Halen devlet ve iktidarcılık eğilimlerinin güçlü olması, diğer yüzünde güçlü ahlâkî, politik ve demokratik sorunları, ihtiyacı ve hatta varlığı akla getirir. Aralarındaki diyalektik çelişki gereği gerçeklik ancak bu biçimde ifade edilebilir.
Ortadoğu’da Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü kitabından alınmıştır.
0 yorum:
Yorum Gönder