.

.
.

AKP sürece taktiksel yaklaşıyor

KCK Yürütme Konseyi üyesi Sabri Ok, Kuzey Kürdistan’da ateşkes yürürlükteyken Rojava’daki politikaların AKP hükümetinin ikiyüzlü ve tehlikeli yönünü gösterdiğini belirtti. AKP’nin çözüm sürecine taktiksel yaklaştığını ifade eden Ok, “AKP’nin Kuzey’de ‘Kürt kardeşim’ demesi sahtedir. Zaten Rojava’da her gün yıkıma ve ölümlere neden olacak şekilde El Nusra ve diğer güçleri desteklemesi Kürtlere ne kadar kardeş olduğunu gösteriyor” dedi.
Rojava’daki son durumu değerlendiren Sabri Ok, çetelere destek veren Türkiye’ye de sert uyarılarda bulundu. Ok, Cenevre 2 görüşmeleri, KDP'nin Rojava'ya karşı tutumu, Türkiye'nin çetelere desteği konularında Serxwebun'un son sayısına konuştu. 
Cenevre-2’yi toplayan güçler Suriye halkından ve insanlıktan özür dilemek zorunda kaldılar. Başarısızlıklarını kendileri de açıkça ifade ettiler. Cenevre-2’nin amacı neydi, neden başarısız kaldı?
Cenevre-2 ve Cenevre-1 muhalefetin ve rejimin kendi isteği ve iradesiyle değil, daha çok Amerika ve Rusya’nın dayatması ve örgütlemesiyle gerçekleşti. Yani zorlama toplantılardı. Zaten Cenevre-1’in hiçbir kararı uygulanmamıştır. Cenevre-2’de Cenevre-1’i uygulama iradesi ortaya çıkmadığı gibi yeni alınan kararlar da pratikleşmedi. Hem muhalefet hem de rejim kendi görüşlerinde ısrar etiği gibi yapılacak sınırlı şeyler bile yapılamadı. Başarı şansı başından beri yoktu; çünkü temelleri zayıftı. Özellikle Kürtlerin içinde olmadığı Cenevre-1, 2 ya da sonrası olsun toplantıların başarılı olma şansı olmazdı. Esas sebebi budur. Birçok ülke Cenevre’ye katılırken Suriye’deki savaşın önemli düzeyde içinde olan İran da Cenevre’ye alınmadı. Böyle bir ortamda hem rejim hem de muhalefet kendi görüşlerinde ısrar edince Cenevre-2’nin başarı şansı olamazdı. İktidar ve muhalefet üzerinde baskı kuracak siyasi güçlerin pozisyonu da zayıftı. Toplumsal tabanı güçlü olan katılımcılar olmadığı için rejim ve muhalefet kendi görüşlerinde ısrar etti. Rojava Devrimi gibi toplumsal temeli güçlü olan kesimlerin bile olmadığı bir konferansta tabii ki sorumsuz olan rejim ve muhalefet görüşlerinde ısrar eder. Çünkü her ikisinin de karakteri demokratik olmadığı için sadece, ‘O olmasın ben olayım’ gibi sadece iktidar peşinde koştukları için toplumu düşünmeleri, toplumun yaşadığı sorunlara çözüm bulmaları mümkün olmazdı. Onlar için halkın çektiği acılar önemli değildir. Ancak demokratik zihniyette olanlar halkı düşünür ve halkın çıkarları doğrultusunda bir uzlaşma yapabilirler. Bu karakterde olmayanlardan da laf yarışından başka bir şey beklemek mümkün değildir. Dolayısıyla ciddi bir sonuç beklentisinde olmak gerçekçi değildir. Bizler zaten başında böyle olacağını söylemiştik. 
Suriye üzerindeki güçler savaşı sürüyor. ABD'nin, Cenevre’nin başarısız kalmasından sonra muhalif güçlere silah dağıtma konusu üzerinde yeniden duracağı söylenmektedir. ABD ve Rusya bundan sonra hangi adımları atabilir? 
Suriye'de süren savaş, çok taraflı çelişkiler üzerinden ve çok müdahaleli yürüyen bir savaştır. Zaten bu savaşın merkezinde uluslararası güçler var. Kuşkusuz iç sorunlar da vardı. İlk önce halk tepkileri biçiminde ortaya çıktı. Ama bu düzeyde yıkıcı hale gelmesi dış güçler tarafından gerçekleştirildi. Savaş şiddetlendikçe savaşın iradesi tamamen dış güçlerin eline geçti. Ne rejim bağımsız, kendi iradesiyle ve sadece kendi gücüyle hareket etmektedir ne de mevcut muhalefet. Rejimi bildiğimiz gibi daha çok İran ve Rusya desteklemektedir. Muhalefeti ise Türkiye, Katar, Suudi Arabistan ve başka güçler desteklemektedir. Yine Amerika ve Avrupa’nın belli bir desteği vardır. Bu açıdan Suriye'deki güçler kendi iradeleriyle hareket eden bir konumda değildirler. Uluslararası çıkarlar neyi gerektiriyorsa onların ağırlığı altında hareket etmektedirler. Bu anlamda ABD bizzat savaşın içerisindedir. Fakat ABD'nin bundan sonra Suriye muhalefetini tek başına iktidar yapmak ya da iktidara getirebilecek kadar destekleyebileceğini sanmıyorum. Çünkü Suriye'de muhalefet denirken en başta da El Kaide akla gelmektedir. Biraz daha ılımlı görünen İslami güçler olsa da bunlar da kendi içinde parçalı ve ABD'nin çıkarını temsil edecek konumda değillerdir. ABD'nin bunları desteklemesi radikal güçleri zayıflatmak ve rejimi dengelemek içindir. Kuşkusuz muhalif başka bazı güçler de vardır. Örneğin Kürtlerin de içinde olduğu ‘Tensiq’ gibi. Kürtler zaten en temel muhalif demokratik güçtürler. Ama bu demokrasi güçleri Amerika tarafından tanınmamaktadır. Rusya’nın kısmen olumlu yaklaşımları vardır. En aktif, en demokratik muhalefet Kürt muhalefetidir. Kürtler, Cenevre toplantısında da görüldüğü gibi kabul görmedi. Demokrasi güçlerinin tanınmadığı ve Suriye siyaseti üzerindeki etkisinin önlendiği bir yerde savaşın uzun süreceği açıktır. Sanıyorum uluslararası güçlerin, özellikle Amerika’nın politikası mevcut savaşın, mevcut çelişkilerin sürmesi, güçlerin birbirlerini daha çok yıpratması, yorması, daha çok takatten düşmesidir. Böylece herkes ABD'yi bir kurtarıcı gibi görünceye kadar bu savaşın sürmesine göz yumulacaktır. Nitekim ABD savaşın sürmesinden fazla rahatsız değildir. Bu anlamda muhalif güçlere belli bir destek verebilir. Hem Beşar Esad rejimi üzerinde belli bir baskı kurmak hem de Rusya’yı biraz ürkütmek için böyle bir destek verebilir. Ama dediğim gibi muhalefeti mevcut niteliğiyle iktidara taşıyacak kadar destekleyeceğini düşünmüyorum.
Rusya da Suriye’deki savaşta önemli bir pozisyona sahip. Ortadoğu'da, Akdeniz’de neredeyse tek askeri üssün ve güçlü siyasi ilişkisinin olduğu yer Suriye’dir. Elinden geldikçe mevcut politikasını sürdürecektir, bunda ısrar edecektir. Suriye’nin mevcut rejimini tümüyle dışlamayan siyasi bir çözüme gitmeyi amaçlayacaktır. Daha çok da bunu gündemine koyacaktır. Dolayısıyla bu politikasından geri adım atacağını sanmıyorum. Mevcut çelişkili ve çatışmalı durum bu biçimde devam edecektir. Özellikle muhalif güçlerin karakteri düşünüldüğünde Rusya mevcut rejimin de içinde olduğu bir çözüm bulma konusunda pozisyonunu sürdürecektir. Çünkü muhalefetin konumu Rusya’ya tutumu konusunda meşruiyet kazandırmakta ve güç vermektedir. Kuşkusuz Kürdistan'daki kantonlar, yani demokratik özerklik tanınmadan Kürt halkının iradesi çözüm sürecine taşırılmadan Suriye'nin tümden kalıcı bir çözüme gitmesi zaten mümkün değildir. Kürtlerin iradesi tanınmadan istikrar ve barış getirecek bir siyasi denge kurmak mümkün müdür? Özellikle Kürtlerin büyük demokratik toplum gücü olmadan Suriye’nin demokratikleşmesi mümkün müdür? Suriye’de demokratik zihniyet devreye girmeden sorunları çözmek mümkün müdür? Bu anlamda yaşanan çatışmalı ve kaotik sürecin bu biçimde devam edeceği açıktır.

Cenevre-2 Rojava devrimci güçlerine yer vermedi. Kürtler Cenevre-2’de olsaydı konferansa nasıl bir etkide bulunurdu? Konferansın başarısızlıkla sonuçlanmasında Kürtlere yer verilmemesini önemli bir neden olarak görmek mümkün mü?
Kürtler çok önemli bir unsurdur. Cenevre’de olup olmamaları çok önemlidir. Çünkü Suriye'nin bütününe ilişkin, bütün inanç ve etnik toplulukların demokratik ve özgür geleceğine ilişkin yine demokratik bir Suriye'nin oluşumuna ilişkin perspektifi olan, çözüm modeli olan tek taraf Kürt tarafıdır ve Kürtlerdir. Bu anlamda Kürtlerin Cenevre’ye katılması tabii ki çok anlamlı olurdu. Sorunların daha gerçekçi gündemleştirilmesi, bu anlamda çözüm ve perspektiflerin geliştirilmesi konusunda belirleyici bir etkisi olurdu. Kürtleri Cenevre’ye katmamaları Cenevre’nin başarısız kalmasında çok önemli bir unsurdur. Güçlü bir demokratik irade Cenevre’de ağırlığını ortaya koymamıştır. Rejim ve muhalefetin laf yarışı içinde Kürtler Cenevre’de proje ortaya koyar ve etkili olurlardı. Kürtlerin hakkını, iradesini ve kimliğini tanıma temelinde Kürtler mevcut muhalefetle birlikte olsalardı, Kürtler hem Suriye geneli hem de Kürt sorununun çözümü konusunda perspektif ve projelerini gündemleştirip üzerinde bir tartışma geliştirseydi Cenevre-2 başarılı olabilirdi. Rojava Devrimci güçlerinin katılımı toplumsal desteği ve demokratik karakterinden dolayı başlı başına Cenevre-2’nin meşruiyetini güçlendirir ve ciddiyetini arttırırdı. Böyle bir güçlü meşruiyet ve ciddiyet ortamında da katılan her güç daha ciddi ve sorumlu yaklaşırdı. Ne var ki Kürtler katılmayınca konferans Cenevre’ye bir çözüm aramak için gelmeyenlerin tartışmasıyla geçmiş, daha baştan sonuç alınmayacağı belli olan bir toplantı haline dönüşmüştür. Cenevre’yi düzenleyenlerin bu gerçeği görmemeleri, Suriye’nin ağır sorunlarına ne kadar yüzeysel ve sorumsuz yaklaştıklarını da gözler önüne sermiştir. Bu nedenle konferansa Kürtlerin çağrılmamış olması, Kürtlerin olmayışı başarısızlıkla sonuçlanmasında çok belirleyici bir role sahiptir.

Cenevre’ye giden bazı Kürt partilerinin tutumunu nasıl ele alıyorsunuz? Bunlara çağrınız nedir? Bunların tutumunu aştırmak için neler yaptırılmalıdır?
Cenevre’ye bazı Kürt grupları gitti. Sanıyorum iki kişi katıldı. Bunlar El Parti ve Parti Pêşweru’dandı. Bunlar bir kere Desteya Bilind’ın kendi arasında tartışıp üzerinde ulaştığı perspektif ve prensip kararına aykırı hareket ettiler. Aslında Desteya Bilind’de oluşan perspektif ve üzerinde uzlaşılan prensip Kürtlerin birlikte hareket etmesiydi. Cenevre’ye gidilecekse Kürtler adına, Kürt kimliğiyle gidilecek, gidilmeyecekse de ortak ve iradi bir tutum takınılacaktı. Her şeyden önce kendi başına böyle iki kişinin -tabii kendi başına derken bunların arkasındaki güçleri biliyoruz, KDP’dir, dolaylı olarak Türkiye’dir ve daha başka güçler vardır, Amerika’nın teşvikidir- Cenevre konferansına katılmaları tutarsız ve olumsuz bir yaklaşım olmuştur. Kürtler arasındaki birliği son derece olumsuz etkilemiştir. Üzerinde uzlaşılan prensibe uygun hareket etmemişlerdir. Konferansta esameleri de okunmamıştır. Çünkü muhalefetin yanına Kürt tarafı, Kürt kimliği, Kürt kişiliği olarak değil, bir sığıntı olarak katılmışlardır. Sosyal temeli olmayan bir güç olarak muhalefetin parçası biçiminde katılmaları daha baştan Kürt iradesini kırdığı gibi hiçbir etkileri olmayan bir konumu yaşamışlardır. Kürtleri temsil etmeyen bir durumu yaşamışlardır. Sığıntı olanların başka bir pozisyonda olmaları da mümkün değildi. Muhalefet içindeki var oluşları bir Kürt tarafı biçiminde değildir. Zaten Kürtleri temsil edecek bir konumları da yoktu, böyle bir meşruiyete de sahip değillerdi. Mücadele sahibi olmayan, toplumsal karşılığı olmayan, marjinal diyebileceğimiz örgütlerden iki kişi böyle bir katılımı gösterdiler. Cenevre’de hiçbir ağırlıkları da olmadı. Rojava Devrimi güçlerine ihanet ederek tek başına gitmeleri dışında yaptıkları bir şey olmadı.  
Dolayısıyla zaten Cenevre toplantısında da bunların herhangi bir ağırlığının ve öneminin olmadığı ortaya çıktı. Bunlara mevcut yanlışlıklarından dönmelerini söyleyebiliriz. Kürtlerin ağırlığının olmasını istiyorlarsa Rojava devrimci güçleriyle birlikte hareket etmeleri, Cenevre’de ve her yerde böyle ortak bir  duruşla Kürt iradesini göstermeleri gerekir. Kürt halkının çıkarları ve iradesini temsil eden partilerle, örgütlerle, halkla beraber hareket etmeleri ve bu tutarsız ve yanlış tutumu bırakmaları kendileri için de hayırlı olacaktır. Kürt halkının da isteği, bizim de çağrımız bu yöndedir. Bunları yanlış tutumlarından vazgeçirmek için Kürt kamuoyunun bunlar üzerinde baskı kurması ve yaptıklarının yanlış olduğunu göstermesi gerekir. Cenevre konferansındaki durum, gerçeği ve bu kişilerin duruşunun ne anlama geldiğini açığa çıkarmıştır. Zaten başta Rojava olmak üzere Kürt halkının Cenevre’ye, Kürt birliğine ve varılan mutabakata ters biçimde davrananlara karşı büyük bir tepkisi vardır. Bunların halkın bu tepkilerini görmeleri lazım. Yanlışlarını da  tutarsızlıklarını da eleştirmek gerekir. Halkımız bu yanlışlıkları daha  da ortaya koymalı ve eleştirilerini geliştirmelidir. Kendileri de halkın tepkisini görerek yaptıkları yanlıştan dönerlerse en hayırlı ve en doğru şeyi yapmış olurlar. Başka ne diyebiliriz ki!

Daha önce YNK ile ilişkili olan, şu anda KDP'ye bağlı partilerle birlikte hareket eden Hemê Hecê Derwêş, “PYD Baas rejimiyle ilişkisini kesmelidir” açıklaması yapmış. Bu konu başta Türkiye olmak üzere sürekli dillendiriliyor. Bununla neyi amaçlıyorlar? Bunu söyleyenlere karşı yaklaşımınız nedir?
Bir kere Hemê Hecê Derwêş’in değerlendirmesi yanlıştır, doğru değildir. PYD’nin Suriye rejimiyle herhangi bir ilişkisinin olduğunu sanmıyorum. Olmayan bir ilişkiyi kesmeye çağrı yapması tamamen eleştirinin ötesinde amaçlı bir propagandadır. Siyasi ahlakla bağdaşmayan bir yaklaşımdır. Bu tür yaklaşımlarla devrimi karalamak ve töhmet altında bırakmak olsa olsa Kürt düşmanlarının isteği olabilir. Hemê Hecê Derwêş bu tür boş şeyler konuşacağına halkın bu devrimi nasıl değerlendirdiğine bakmalıdır. Kürt halkı, Tev-Dem ve PYD içerisinde örgütlenerek, kendi özgürlüğünü her şeyin üzerinde tutarak iki yıla aşkın bir süredir çok kararlı ve onurlu bir mücadele vermiştir. Örgütlü halka dayalı tarihin en büyük örgütlü devrimini gerçekleştirmiştir. Bu mücadelede bizim bildiğimiz kadarıyla şimdiye kadar altı yüzün üzerinde insan şehit düşmüştür, yüzlercesi yaralanmıştır. Yüz binlercesi Şam, Halep ve başka alanlardan her şeylerini bırakıp kantonlara göç etmişlerdir. On binlerce insan bazı güçlerin de teşvikiyle Rojava’dan Güney Kürdistan ve Türkiye'ye doğru göç etmişlerdir. Rojava üzerinde Türkiye'nin, KDP'nin ve başka güçlerin de içinde yer aldığı bir kuşatma yürütülmüştür. Halk tüm bu ağır baskılara yokluk, açlık ve büyük bedeller pahasına da olsa direnmiştir. Kendi özgürlüğünü bu temelde sağlamış ve gerçekleştirmiştir. Buna rağmen PYD şununla, bununla ilişkiyi kessin gibi kendi kendine senaryolar üretme yerine, Hemê Hecê Derwêş’in kendi durumunu gözden geçirmesi lazım. Ona, ‘Senin içinde yer aldığın bir anlamda El Kaide’nin de içinde yer aldığı Suriye muhalefeti Kürtlerin çıkarlarını, iradesini ne kadar kabul ediyor, gerçekten Kürtler için düşündükleri hangi olumlu bir şey var mı?’ diye sormak ve ‘Senin orada ne işin var?’ demek gerekiyor. ‘Kürt halkının iradesini ve özgürlüğünü, statüsünü kabul etmeyen, böyle bir kabulü deklere etmeyen bir muhalefetle senin ilişkin nedir?’ diye eleştirmek lazım. Onun söylediklerine verilecek en iyi cevap budur. Yoksa Rojava Devriminin nasıl gerçekleştiği dünyanın gözü önündedir. Bu devrimin nasıl bir ulusal, toplumsal, siyasal örgütlenme içinde olduğu ve kendi kendini yönetme gerçeği gözler önündedir. Bu gerçeklikler demagojilerle, yalanlarla, gerçekle ilişkisi olmayan psikolojik savaş propagandalarıyla farklı gösterilemez. Bu tür söylemler en hafif deyimle onların ayıbı olarak tarihte yerini alacaktır. 
PYD kendi öz gücüne dayanarak bir devrim gerçekleştirmiştir. Aslında yüzyılın en onurlu ve en görkemli devrimidir. Etkisi de şimdiden görülmektedir. Bütün inançlar ve halklar üzerinde, Ortadoğu üzerinde, yine Kürdistan'ın dört parçası üzerinde etkisi görülmektedir. Böyle onurlu bir devrimle onurlanmak, heyecan duymak için de yanında yer almak, destek vermek varken sürekli haksız ve temelsiz eleştiriler yaparak, ‘şununla bununla ilişkin vardır, ilişkini kes’ demek amaçlıdır. Hemê Hecê Derwêş kimlerin kafasıyla konuşuyor ya da bu tür söylemlerde bulunuyor bilemiyorum. Bunlara tabii halkımız önem vermez. Halk, kimin direndiğini, kimin devrimi gerçekleştirdiğini, kimin bedel vererek Kürt halkının özgürlüğünü gerçekleştirdiğini yaşayarak görüyor. Bu açıdan bunlar temelsiz, asılsız suçlamalardır. Asıl kendilerinin bu konuda özeleştiri vermeleri gerekiyor.
Bir de şu vardır: Kürtler örgütlü bir halktır; bir devrim gerçekleştirmişlerdir. Şimdi de kendi demokratik özerklik statüsünü oluşturmuşlardır. Hem de sadece Kürtler değil, bütün etnik ve inanç topluluklarıyla birlikte, onlarca başka örgüt, halklar, aşiretler, bireyler var bu statü yönetiminin içerisinde. Toplum köyde, sokakta, mahallede örgütlenmekte, örgütlü gücüyle siyasal ve sosyal yaşama katılmaktadır. Neredeyse örgütlenmemiş, örgütsel yaşama katılmamış birey ve toplum kalmamıştır. Böyle bir örgütlü topluma dayanarak gücüne güç katmaktadır. Örgütlü toplum, güçlenmiş toplumdur. Böyle iradeli ve örgütlü bir halk herkesle de ilişki geliştirebilir. Kürdistan'ın özgürlüğüne ve kendi demokratik statüsüne saygı duyan herkesle de ilişki geliştirmeye hakkı vardır. Kürt halkının özgür ve demokratik yaşamına hizmet edecek her ilişkiyi de devrimci güçler geliştirir. İster bölgede olsun, ister dünyanın öteki ucunda olsun Kürtlerin de kendi çıkarına olacak her türlü ilişkiyi geliştirmeye hakkı vardır. Yeter ki demokrasiye, özgürlüğe hizmet etsin ve ahlaki olsun. Ama Hemê Hecê Derwêş’in dediği gibi PYD’nin rejimle öyle bir ilişkisi yoktur. Eğer muhalefet bugün Kürtlerin özgürlüğünü, devrimini, demokratik statüsünü, özerkliğini kabul ederse onlarla da ilişki geliştirilir. Veya başka bir güç Kürtlerin iradesini, özgürlüğünü, demokratik özerkliğini kabul ederse Kürtler onlarla da ilişki geliştirebilir. Burada önemli olan, Kürt halkının kendi öz iradesi, kendi çıkarları, özgürlüğü ve ilkeleridir. PYD ve Tev-Dem’in de özellikle Rojava halkımızın bu temelde bir siyaset ve diplomasi geliştirdiğini düşünüyorum. Rojava devrimci güçleri Kürt halkının özgür ve demokratik yaşamına zarar verecek hiçbir ilişki içinde olmaları düşünülemez.  Hemê Hecê Derwêş’in kendi pozisyonunu meşrulaştırmak için söylediklerinin bu anlamda fazla bir önemi yoktur.

Kürt Halk Önderi, Kürtlerin bulundukları ülkelerdeki demokrasi güçleriyle ittifaklar geliştirmenin önemini sıkça belirtiyor. Devrimlerin esas olarak ittifaklarla gerçekleşebileceğini söylüyor. Suriye özelinde Suriye demokrasi güçleriyle Kürt demokratik hareketinin bugüne kadar ittifak geliştirememesinin nedenleri neler olabilir?
Bu konuda Tev-Dem ve PYD eksik kalmıştır. Dostane bazı eleştiriler yapmak, tavsiyelerde bulunmak da yerindedir. Çünkü gerçekten direnen bir halktır. Rojava’da en örgütlü güç PYD ve Tev-Dem’dir. Onurlu bir direniş geliştirmiş, ilkeli bir siyaset uygulamıştır. Bu anlamda Suriye halkları üzerinde olumlu bir intiba bırakmıştır. Bunun üzerinde daha kapsamlı bir demokratik Suriye perspektifiyle bir demokrasi cephesini örgütleyebilirdi. Kuşkusuz Rojava’da bulunan halklar ve topluluklarla bunu yapmıştır. Ama bu yeterli değildir. Kendi örgütlü gücünü, halk iradesini, haklı mücadelesini ve aldığı sonuçlarla beraber Suriye genelinde bir halklar birliğine, devrimci demokratik bir cepheye ulaştırabilirdi. Bu konuda biraz yetersiz kalındı.
Bunun nedenleri söylenebilir. Bir kere Kürdistan'ın sürekli baskı ve savaş içinde olması söz konusudur. Bir devrim gerçekleşmiş, halkın günlük her türlü sosyal, kültürel, ekonomik, siyasi sorunları ve ihtiyaçları var. Belki bunlara cevap olmak çok daha öncelikli ve acil bir durum olmuştur. Ancak bu bakışta da yetersizlik ve yanlışlık vardır. Çünkü Suriye’de demokratik muhalefet geliştirmek Rojava Devriminin en büyük güvencesidir ve sorunlara en iyi bu biçimde çözüm bulunabilir. Özellikle halklar kendi güçlerine dayanarak devrim yapıyorsa kardeş halklarla ve demokrasi güçleriyle ittifak temelinde mücadeleyi geliştirmek ve bir sistem haline gelmek her türlü özgür ve demokratik yaşamın esas güvencesidir. Eğer gerçekten de Suriye demokratik ve devrimci güçleriyle bir muhalefet birliği oluştursaydı hem Rojava üzerindeki baskılar daha hafiflerdi hem de gerçekten demokratik bir Suriye'nin ortaya çıkması için epey yol alınmış olurdu. Burada bir yetersizlik vardır. Belki başta bir anlama sorunu da yaşandı. Stratejik ufuk ve bakış yeterince geliştirilemedi. Devrim sıcak bir süreçtir, öncelikleri hesaplamada bir yetersizlik, ufuk dağarcığındaki bir darlık söz konusu olabilir. Sonuçta bu darlık ve yetersizlik ciddi eleştiri konusudur. Ama her şey bitmiş değildir. Bunu bundan sonra da gerçekleştirmek mümkündür. Eğer bu konu önemsenirse ve bu yönlü stratejik bir ufka sahip olunursa bu eksiklik giderilebilir.
Kendi ilkelerindeki tutarlılığını kanıtlayan, devrimi gerçekleştirerek mücadele ve özgürlüğe bağlılığını kanıtlayan bir halk ve bu halkın örgütlü gücü Suriye'nin devrimci demokratik güçleriyle daha iyi bir ilişki ve ittifak geliştirebilir ve buna öncülük edebilir. Bu şansı vardır. Başka örgütlerin de bu konuda çabaları olabilir ama PYD ve Tem-Dem bu konuda daha şanslıdır. Çünkü halkı ikna etmiş, devrime seferber etmiş ve kendi savunmasını geliştirmiş bir durumdadır. Bunun vermiş olduğu moral ve güçle, yine doğru bir perspektifle Suriye devrimci demokratik muhalefetiyle daha kalıcı, daha geniş perspektifli bir ittifak geliştirme imkanı vardır. Her ne kadar bugüne kadar eksik ve yetersiz kalındıysa da bundan sonra bertaraf etmek mümkündür. Yeter ki, doğru bir algı oluşsun, doğru bir perspektif oluşsun. Demokratik Suriye güçleriyle ilişkilenmenin ve böyle bir birliktenlik yaratmanın stratejik öneminin farkında olunsun. Bu önemsenmezse biraz da tali olanda tutulursa dar ulusal bakışla bakılırsa bu gelecekte de Rojava Devrimini sıkıntıya sokabilir.  Demokrasi güçlerinin ortaklığıyla halklar arasında en demokratik birlik olanakları varken, bunu gerçekleştirememek giderek devrimin zorlanmasına yol açabilir. Çünkü Rojava Devrimi herhangi bir dış güce dayanan değil, halkın gücüne dayanarak gerçekleştirilen bir devrimdir. Gücünü de hem kendi halkının örgütlenmesinden hem de komşu halklarla demokratik mücadele birliğinden alır. Suriye geneli açısından demokratik güç birliği çok önemliyse geç kalınmış bir eksiklik demeyelim, bundan sonra muhakkak Suriye'nin devrimci demokratik güçleriyle bu ilişki geliştirmeye önem verelim. Hem zihniyet olarak hem de pratik olarak böyle bir çaba geliştirelim. Zihnen ve tutum olarak bu konuda gevşeklik tarihi bir hata olur. Çünkü Rojava Devriminin güvencesi, güvenliği de Rêber Apo’nun çizgisinde halkların barış ve demokrasi içerisinde özgürce bir arada yaşamasının gereği de bunu gerektirmektedir.

Bir devrim kendi ekonomik sistemini kurmadan kapitalist moderniteden farklılığını ortaya koyamaz. Toplumsal yaşamı demokratik modernite doğrultusunda şekillendiremez. Bu konuda hala önemli adımlar atılmamıştır. Bu eksikliğin aşılması için yapılması gerekenler nelerdir?
Ekonomi önemlidir. Aslında askeri ve siyasi anlamda Rojava’da tarihsel sonuçlara ulaşıldı. Bu bir gerçektir. Bugüne kadar El Kaide’nin dize getirmediği bir güç neredeyse yoktu. Ama ilk kez Halk Savunma Birlikleri-YPG karşısında beli kırıldı. Böyle onurlu ve kahramanca bir direniş örneği sergilendi. Rojava devrimci güçleri Kürdistan'ın savunmasını bugün üstlenmiş ve başarıyla da yerine getirmektedir. Bu çok önemlidir. Aynı şekilde siyasi olarak da kendi özerkliğini ilan etmesi, kantonları oluşturması, yoğun bir diplomasi çalışmasını geliştirmesi de önemlidir. Halk Meclisleri, kadın hareketi, gençlik hareketi, şehit aileleri kurumlaşması, bütün bu toplumsal kesimlerle diğer inanç ve etnik toplulukların birlikte bir arada örgütlenmeyi geliştirmeleri de önemlidir. Fakat bu düzeyde bir ekonomik örgütlenmenin ortaya çıktığını söylemek zordur. Bunun bizzat orada bu çalışmayı yürüten PYD ve Tev-Dem’den kaynaklı yanları vardır, bir de dışardan kaynaklı nedenleri vardır.
Dışardan kaynaklı nedenleri nedir; Rojava bir abluka altındadır. Mesela bugüne kadar Til Koçer kapısı pek işlemedi, umuyoruz bundan sonra bu kapı en azından insani yardım için açılacak. Kanton dış ilişkiler sorumlularının Irak yönetimiyle yaptığı görüşmede böyle bir karara ulaşılmış, bu önemlidir. Diğer kapıyı zaten KDP kapatmıştır, o kapı da çalışmamaktadır. Türkiye kapıları zaten kapatmış bulunmaktadır. Yani Rojava bir abluka altında, bu olumsuz etkiliyor. Ancak komünal demokratik ekonominin geliştirilememesindeki eksikliği sadece dış etkenlere bağlamak da doğru olmaz. Bundan önemlisi, yani ekonomik alanın öneminin yeterince anlaşılmaması ve bu konuya yeterli ağırlığın verilmemesidir. Halbuki devrim süreçlerinde en olmazlar başarılır. Çünkü halk devrimin heyecanını yaşamaktadır, özgürlüğün heyecanını yaşamaktadır. Dolayısıyla devrimi ve özgürlüğü gerçekleştiren çizgiye ve önderliğe büyük bir bağlılık içindedir. Tam bir seferberlikle her şeyi gerçekleştirebilecek bir iradeye, kararlılığa sahiptir. Tam da böyle bir zamanda demokratik modernite perspektifiyle Önderliğin sıkça dile getirdiği kendi ekonomik modelimizi gerçekleştirme zamanıdır. Devrimci halk yönetiminin hakim olduğu ve toplumun devrimci güçlere büyük güven duyduğu ortamda toplumun kendine ait olan topluluklar ekonomisini gerçekleştirmesi zor değildir. Zaten örgütlü toplum ekonomik toplum demektir. Toplumun örgütlü olduğu yerde her türlü ekonomik hamle gerçekleştirilebilir. Rojava’nın başta tarım olmak üzere imkanları buna elverişlidir.  Ancak bu konuda geç kalındı, eksik kalındı. Toplumun kendi ekonomik sistemini geliştirmesi devrimin temel bir ayağıdır. Eğer ekonomik olarak kapitalist modernitenin etkilerinden uzak, kendi öz kaynaklarına dayalı, kolektif, komünal demokratik bir ekonomik örgütlenmeye, yapılanmaya gidilmezse toplum ileriki süreçte zorlanacaktır. Bu, devrimin kendisi kadar önemlidir. Bunu gerçekleştirme açısından imkanlar da oldukça vardır.
Şimdi Kürdistan'ın bir parçası, Rojava özgürleşmiştir. Bütün topraklar, yer üstü ve yer altı bütün kaynaklar Rojava yönetiminin denetimi altındadır. Belki Suriye rejimi ve uluslararası bazı güçler bir takım kaynakların, zenginliklerin değerlendirilmesinde engel çıkarmaktadırlar ama ekonomi hepsi o değildir. Onun dışında da geniş araziler vardır, başka zenginlikler vardır. Bunlar komünal bir perspektifle çok hızlı bir şekilde, kooperatif sistemiyle, özgün hayvancılık ve üretim biçimleriyle geliştirebilir. Tarım, ticaret ve endüstri alanında topluluklar ekonomisi kurulabilir. Ekolojik tarım ve eko-endüstrinin gerçekleştirilmesi imkanı vardır. Sanırım yeni yeni üzerinde bir yoğunlaşma var. Halkın mücadeleye her şeyini seferber ettiği ve örgütlülüğüne dayandığı bir süreçte bu ekonomik alana doğru yansıtılmazsa, komünal bir perspektifle ortak üretime dayalı ortak bir ekonomik model geliştirilmezse ileriki süreçte zorlanılacağı açıktır. Halkın yaratıcı gücüne, emeğinin yaratacağı sonuçlara hep inanmak gerekir. Hani ‘Kürtler ekmeğini taştan çıkarır’ derler ya, Rojava devrimci güçlerinin de böyle bir yaratıcılığı, böyle bir emek gücünü seferber etme potansiyeli çok fazladır. Yeter ki bu doğru bir perspektifle, iyi bir planlamayla pratikleştirilsin.
Bana göre şimdi hiçbir zaman olmadığı kadar topluluklar ekonomisini pratikleştirmenin zemini ve imkanı vardır. Rojava Devrimi topluluklar ekonomisi konusunda da iyi bir model, iyi bir örnek olabilir. Dünya her şeyin kapitalist modernite olmadığı, her şeyin ranta, talana ve sömürüye dayalı olmadığını Rojava örneğinde görebilir. Toplumsal ekonomi, üretim ve ortak paylaşıma dayalı komünal bir ekonominin örgütlendirilebileceğini herkes görebilir. Bundan büyük bir haz ve heyecan duyabilir.  Nasıl ki kantonlar biçimindeki demokratik özerklik Ortadoğu için iyi bir örnek ise halklar ve inanç toplulukları açısından da Rojava’da geliştirilecek olan demokratik, toplumsal, komünal ekonomik model de kapitalist moderniteye karşı iyi bir alternatif olarak ortaya çıkabilir ve çekici bir model olarak da halkları etkiler. Şimdi bunun zamanıdır, devrim ortamında en çok da bunu gerçekleştirebilirler. Dünya devrimlerinde de görülmüştür. Mesela; Sovyet Devriminde en olmazlar devrim sürecinde gerçekleştirilmiştir. Çünkü halk devrime inanıyor, her şeyini veriyor ve her yönden kendini katıyor. Eğer Sovyet halkının topluluklar ekonomisi konusunda yarattığı zemin demokratik bir temelde ve işleyişte olsaydı hiçbir güç o devrimi yıkamazdı. Devletçi zihniyet ve demokratik olmayan karakter halkın yarattığı bu muazzam zeminin çarçur olmasına ve devlet kapitalizmine dönüşmesine yol açmıştır. Rojava Devrimi bu konuda daha doğru bir zihniyete sahiptir. Halk da daha kararlı bir duruşa sahiptir. Rojava devrimci güçleri, demokratik karakteriyle toplumu bir araya getirip bu yönlü bir ekonomik seferberliğe yöneltebilir. Devrim ortamı bunun en iyi zamanıdır ve muhakkak değerlendirmek gerekir. 

Rojava kantonlarında demokratik özerklik ilan edildi. Ancak hala tanınmamada ısrar ediliyor. Rojava Devrimine yönelik komplo ve saldırılar sürüyor. Bunları aşmak açısından hem Suriye genelinde hem de Rojava’da yapılması gerekenler nelerdir?
Ortadoğu, demokratik özerklik dediğimiz Rojava’daki kanton yönetimine biraz yabancıdır. Ancak otonomi ve federasyon biçimindeki statüler ve siyasal ilişkiler Ortadoğu'da her zaman olmuştur. Tarihsel olarak bunun örnekleri vardır. Mesela; Osmanlı imparatorluğu döneminde, genel anlamda feodalite döneminde imparatorlukların bütün halkları asimile etmesi, bütün kültürleri kendisine benzeştirme gücü ve imkanı yoktur. İmparatorluklar bir yönüyle de yerel otoriterleri kabul ederek varlığını sürdürmüşlerdir. Bu anlamda yerinden yönetimler, özerklikler her zaman olmuştur. Fakat demokratik özerklik anlamında Rojava bir ilktir. Toplumun demokratik örgütlenmesine dayalı bir özerklik söz konusudur. Yani bizzat toplumun demokratik örgütlenmesi ve buna dayanarak kurumlaşması ve kendi kendini yönetmesi demokratik özerkliği ortaya çıkarmaktadır. Dolayısıyla mevcut ulus-devletçi zihniyet ve yapılanmalar, yine uluslararası hegemonik yapılanmalar, kapitalist modernitenin siyasal ve sosyal anlayışı demokratik moderniteye karşı hoşnutsuz olur. Alternatif bir modelin, bir sistemin Ortadoğu'da oluşmasını istemez. Bu anlaşılırdır.
Fakat anlaşılır olmayan, Kürt olduğunu iddia eden ve Kürt olan hatta kendini demokratik ve devrimci olarak tanıtanların Rojava üzerindeki baskıya karşı tutum koymamalarıdır. Hele hele kantonun varlığını kabullenmeyenleri anlamak hiç mümkün değildir. Bu yaklaşımlar bile Rojava Devriminin nasıl zorluklarla karşı karşıya olduğunu göstermektedir. Devrimi gerçekleştirmek ne kadar zor idiyse büyük bedellerle gerçekleştiyse devrimi ve Rojava’nın kendi demokratik sistemini inşa etmesi ve güvenceye alması da o kadar zordur. Ama mümkündür. Demek istediğim kolay değildir, büyük bir çaba gerektiriyor. Üzerindeki saldırılar ve baskılar devam edecektir. Ortadoğu'daki ulus-devletçi güçler bunu hazmetmeyeceklerdir, karşı bir mücadele içinde olacaklardır. Uluslararası güçler böyle bir mücadele içinde olacaklardır. Çünkü Rojava Devrim gerçeği bu güçlerin gerçek yüzünü ortaya koymakta, teşhir olmalarını sağlamaktadır. Bunu aşmak için Rojava’daki  halkımızın, mevcut yönetimin büyük bir ısrarla sürekli kendisini doğru izah etmesi gerekiyor. Hem gerçekten kendi içinde demokratik, bütün halklarla ve inançlarla bir arada nasıl yaşanabileceğinin örneğini oluşturmaları hem de bunu halklara, farklı toplumsal kesimlere sürekli ve iyi bir biçimde izah etmeleri gerekir. Özellikle Suriye genelinde de bütün devrimci, demokratik güçlerle ve halklarla nasıl bir arada yaşanabileceğini anlatmak, onlarla demokratik ilişkiler geliştirmek, ortak örgütlenmelere gitmek, karşılıklı güven kazandırma çabası içinde olmak önemlidir. Aksi takdirde özerkliğin ilanı üzerinde baskılar olacaktır. Zaten devam da etmektedir. Bu yönlü tehlikeleri iyi bir propaganda ve sürekli bir çalışma ve çabayla, iyi ve doğru ittifaklar geliştirerek bertaraf etmek rahatlıkla mümkündür.

Güney Kürdistan'daki birçok siyasi güç ve YNK, Rojava Devrimini selamladı. Kantonları tanıdıklarını ve gereken bütün desteği vereceklerini belirtiler.  Ama KDP kantonları tanımayacağını ve Rojava’da bir devrimin olmadığını açıklamıştı. KDP’nin bu yaklaşımını neye bağlamak gerekir? Kürdistan’ın bir parçasındaki kazanıma neden bu şekilde tepki gösteriyor? Kürt halkı bu güçlere nasıl yaklaşmalıdır?
Doğrudur, Rojava’daki demokratik özerkliği, kanton yönetimlerinin iradesini Güney Kürdistan'da 13 örgüt ve hareket tanıdığı ve buna destek olacaklarını açıkladılar. Bu örgüt ve partilerin içerisinde YNK de, Goran hareketi de başka örgütler de vardı. Bu, şüphesiz olumlu ve önemli bir durumdur. Güney Kürdistan'da Rojava demokratik özerkliğini tanımayacağını söyleyen tek hareket KDP’dir. KDP o kadar hiyerarşik, o kadar tekçi ki, kendi görüşünü bir hükümet görüşü olarak da kamuoyuna yansıtmıştır. Güney hükümeti adına bu açıklamayı yapmıştır. Oysa sizin de belirttiğiniz gibi YNK, Goran ve diğer örgütler böyle düşünmemektedir. Belki bunlar da seslerini daha güçlü ve gür duyurmak durumundadırlar. Mesela; hükümet ortağı olan YNK -bundan sonraki hükümete de Goran hareketinin ortak olacağı söylenmektedir- KDP’ye ‘Nasıl hükümet adına açıklamada bulunabilirsin?’ diyebilmelidirler. KDP’yi bu konuda eleştirmelidirler.
KDP'nin Rojava’daki kanton yönetimlerini tanımamasını halkımız iyi yorumlamalıdır. İyi yorumlayacağına da inanıyorum. Rojava’nın özgürlüğü Kürdistan'ın herhangi bir parçasının ya da Güney Kürdistan'ın özgürlüğünü, özerkliğini hangi yönde olumsuz etkiliyor ki KDP Rojava kanton yönetimini tanımıyor? Halbuki Rojava Devrimi Güney Kürdistan'ı da güçlendirmektedir. Bu gerçeklik ortadayken Kürt halkının Rojava’da özgürleşmesi KDP'yi ne için rahatsız eder ki halkın iradesini tanımadığını beyan ediyor? Şüphesiz bunun nedenleri vardır. Bir kere KDP'nin uluslararası ilişkileri bunda önemli etkide bulunuyor. En fazla da KDP'nin tekçi, hegemonik ve iktidarcı zihniyeti bunda önemli bir rol oynuyor. KDP bir çizgidir. ‘Ya içinde ben hegemon olurum ya da hegemon olmazsam bozarım’ yaklaşımı içindedir. ‘İçinde olduğum şey haklı ve meşrudur, olabilir ama içinde değilsem haksızdır, meşru değildir, dolayısıyla olmamalıdır’ yaklaşımı içindedir. Zihniyet budur. Bunun bir demokratik zihniyet olmadığı açıktır. KDP'nin de, PKK'nin de, başka örgütün de yapması gereken, Kürdistan'ın herhangi bir parçasında oradaki halk kendi geleceğini, kendi özgürlüğünü kendi iradesiyle belirliyorsa buna saygılı olmaktır, destek vermektir. En azından ‘tanımıyorum’ gibi bir yanlışa düşmemektir. KDP'nin bu konudaki tutumu eleştiri konusudur. Öyle inanıyorum ki halkımız da bütün bunları değerlendirmektedir. Tabii ki Kürdistan halkının tepkileri olmalıdır. Demokratik ve eleştirel tepkileri olmalıdır. Mesela; KDP'ye ne için Rojava’daki kanton yönetimini ve halkın iradesini tanımadığını sormalıdır. Rojava’daki demokratik özerklik Güney Kürdistan'ın hangi çıkarlarına zarar getirir; KDP de bunlara cevap vermek durumundadır. Bu açıdan demokratik tepkiler olabilmelidir. Çünkü KDP’yi bu yanlışlıklardan çıkarmak tüm Kürt halkı açısından olduğu gibi KDP açısından da hayırlı olur.
“Rojava Kürdistan'da olan bir devrim değildir” demek de çok yanlıştır. Tutarlı bir yaklaşım değildir. Devrim değilse nedir? Eğer bugün on binlerce silahlı güç, bir savunma gücü olarak Kürdistan'ı savunuyorsa ve neredeyse her gün muhalefet güçleriyle bir savaş içerisindeyse bazen de rejimin saldırıları karşısında kendisini savunma durumunda kalıyorsa ve halk kendi demokratik iradesini ortaya çıkarmış ve kendi yönetim modelini belirlemişse; ne rejim ne de muhalefet güçleri Kürdistan'da halkın iradesini etkileyebilecek bir durumdaysa hem rejimin hem de muhalefetin Kürdistan üzerinde bir etkisi yoksa ve halkın iradesi esas geçerli olan güçse buna devrim denmez de ne denir? Dünyada bir halkın bu kadar kendini örgütleyip demokratik güç yaptığı az görülmüştür. Tarihin en büyük demokratik devrimlerinden biri Rojava’da gerçekleşmiştir. Gerçek buyken “Devrim yok” demek, bir çarpıtmadır, hazmetmemedir. Devrimler biraz da Rojava Devriminde olduğu gibi gerçekleşir. Kendi iç örgütlenmeleri kadar kendi dışında, kendisinin de içinde olduğu uluslararası ve bölgesel bazı elverişli koşulları doğru analiz eder, doğru tahlil eder, doğru politika geliştirir ve kendi halkını özgürlüğe, devrime taşırır. Rojava Kürdistan'da halkımızın yaptığı da budur. Aksine yüz yılın en onurlu devrimidir. Belki coğrafik olarak küçük ama Ortadoğu halkları için anlamı çok büyük olan bir devrimdir. Öyle olursa Başurê Kurdistan’da federasyon nasıl gerçekleşti? O da Körfez Savaşıyla oldu. Peki, ne denilecek o zaman? Dolayısıyla KDP'nin söylemleri yanlıştır. Kendilerini küçük düşürmektedirler. Güney Kürdistan'da Körfez Savaşıyla birlikte halkımızın özgürleşmesi çok iyi olmuştur, tüm Kürtler bundan heyecan duymuş, buna sevinmiştir. Rojava Kürdistan'da da halkımız Suriye’de oluşan siyasal kriz ortamında kendi öz gücü ve mücadelesiyle kendi özgürlüğünü gerçekleştirmişse buna tüm Kürtlerin, tüm yurtseverlerin, tüm partilerin, tabii ki KDP'nin de sevinmesi, mutluluk duyması gerekir. Dolayısıyla böyle çarpıtmalara girmenin bir anlamı yoktur. “Devrim değildir” deyip karalamak, sözüm ona itibarını azaltmak doğru bir yaklaşım değildir. KDP böyle diyerek ne bu devrimi küçültebilir ne de “Kantonu tanımıyorum” diyerek meşruiyetine gölge düşürebilir.

Kürt Ulusal Kongresinin bugüne kadar yapılmamasında KDP'nin rolü nedir? Rojava Devrimine böyle yaklaşan KDP Kürt Ulusal Kongresini nasıl ele alır?
Şu bir gerçek, eğer bugüne kadar Kürt Ulusal Kongresi gerçekleşmediyse herkes de biliyor PKK ile KDP'nin rolü önemlidir. Şüphesiz tüm örgütlerin, hatta bireylerin de rolü önemlidir. Ama KDP ile PKK'nin kongreye yaklaşımı daha da önemlidir. PKK bu konuda her zaman yapıcı olmuş, halkımızın yüz yıllık rüyası olan Ulusal Kongrenin gerçekleşmesi için üzerine düşen neyse hep fedakarca yerine getirmiş, olgun bir yaklaşım göstermiştir. KDP de söylemde Kürt Ulusal Kongresinin olmasını dile getirmiştir. Son aylarda da Ulusal Kongrenin yapılmasını istediğini vurgulamaktadır. Fakat kongrenin gerçekleşmeyişinin esas iki nedeni vardır. Bir, kongrenin başkanlık sorunudur. İki, kongrenin delegasyon sorunudur. Bu iki konuda Hareketimiz ile KDP arasında sorun çıkmıştır. Önderliğimizin önerisi üzerine KDP’ye eşbaşkanlık önerisi götürüldü, isimler de verildi. Eşbaşkan Sayın Mesut Barzani ve Sayın Leyla Zana’nın olması istendi.  Ama bize verilen cevapta eşbaşkanlığı benimsemediklerini söylediler. Kendilerine göre bazı gerekçeler ileri sürdüler. Yani nazikçe kabul etmediler. Delegasyon sorununda dört parçada kriter ne olacak? Coğrafik büyüklük mü olacak, nüfus yoğunluğu mu olacak, mücadelenin düzeyi mi olacak? Bu ölçülerin hepsi de dikkate alınarak bir oran bulunabilir. Bu kriterlerden hangisi olursa olsun demokratik ve hakkaniyet ölçülerine göre olmalıdır. Bu konuda da bazı sorunlar yaşanmıştır. Biz bu konularda da esnek yaklaşmaya açıktık. Örneğin; PKK olarak eşbaşkanlıkta erkek ya da kadın bizden olsun gibi bir yaklaşımımız olmamıştır. Delegasyon konusunda da kesinlikle makul yaklaşım gösterilmiştir. Aslında bu tür sorunlar da aşılabilirdi. Ama tıkanma aşılamadı. Demek ki biz de KDP de sorunların aşılmasında yeterli düzeyde çözümleyici ve yaratıcı olamamışız. Biz kongrenin olmasından yana olduğumuz için bu tür konuları kamuoyu önünde tartışmaktan çok yana değiliz. Kuşkusuz böyle bir kongrenin yapılmasından da, yapılamamasından da PKK ile KDP’nin en fazla sorumlu olacağı açıktır. Sadece bunu söyleyebiliriz. Bu açıdan da biz de KDP de eleştirilebiliriz. Bu tıkanma ortamında Önderliğimizin sayın Barzani’ye gönderdiği bir mektup oldu. Sayın Barzani’nin de Önderliğe yazdığı bir mektup söz konusudur. Şimdiye kadarki yaşananlar ne olursa olsun, kongrenin gerçekleşmesi iyi olacaktır. Temennimiz, inancımız, umudumuz da budur. Hepimiz sorumlu davranırsak Kürt halkı açısından tarihi bir dönemde böyle bir kongreyi gerçekleştirerek halkımıza ve tarihe karşı sorumluluğumuzu da yerine getirmiş oluruz.
Yalnız burada Rojava’nın durumu önemlidir. Rojava’daki sorun çözülmeden, Rojava’ya dönük KDP'nin yaklaşımı ve politikasında olumlu bir değişiklik olmadan mevcut yaklaşımlarla bir Kürt Ulusal Kongresini gerçekleştirmek de kolay değildir. Diğer konularda makul bir çözüm bulunabilir ama şöyle bir tezat olamaz: Bir taraftan KDP Rojava’da halkımızın ilan ettiği demokratik özerkliği tanımadığını söyleyecek ama öbür yandan aynı zihniyetle kongre gerçekleşecek! Bu bir tezattır, çelişkidir. Doğru da değildir. Ulusal Kongrenin en önemli amaçlarından biri de bütün parçalardaki halkın diğer parçalardan güç almasıdır. Her parçada gelişen kazanımlar ve halkın yönetim gücüne kavuşmasından, birlikten güç alınması gerekir.  Ulusal Kongre, bütün parçaların gücünün birleştirilmesi ve birbirini güçlendirmesini ifade etmektedir. Dolayısıyla kongrenin gerçekleşmesi ve sağlıklı biçimde sonuçlandırılması için KDP'nin Rojava’ya dönük politikasında değişiklik yapması gerekir. Rojava’daki demokratik özerk yönetime destek verip vermemesi bir kriter değildir. Tabii ki bir Kürt hareketi olarak destek vermesi en doğrusudur, en beklenendir. Ama kriter bu değildir. Kriter, tanımak-tanımamaktır. Tanımak da bir adımdır, olumludur; ama eğer tanımamada ısrar edilirse bu  çözülmesi gereken bir sorundur. Çünkü tanımamanın bir anlamı vardır. Yani ‘verilen mücadele meşru değildir, haklı değildir, dolayısıyla Kürtlerin oluşturduğu ve ilan ettiği demokratik özerklik de haklı ve meşru değildir’ denilmiş olur. Bu da her türlü saldırıya davetiye çıkarmak olur. Böyle bir yaklaşımla Kürt Ulusal Kongresini başarılı bir biçimde geliştirmek zordur. Hatta olumsuz sonuçlara yol açacak bir zemine dönüşebilir. O açıdan umut ediyoruz KDP bu tutumunu hızla gözden geçirir, halkımızın iradesine saygı duyar ve bu bir kongrenin gerçekleşmesine olumlu ve etkin bir zemin yaratır. KDP’den beklenen de, yapması gereken de budur diye düşünüyoruz. 

Rojava’da KDP'ye bağlı bazı gruplar Rojava Devrimine sahip çıkmamakta, parçalayıcı duruşlar içine girmektedir. Yer yer adeta çetelerle hareket etmektedirler. Bununla neyi amaçlıyorlar?
Şu bir gerçek, sorunuzda da diyorsunuz ki ‘KDP'ye bağlı bazı gruplar!’ Yani Rojava Devrimini ve demokratik özerkliğini tanımayan KDP'ye yakın bazı grupların öteden beri muhalefetle, El Nusra’yla birlikte olduklarını biliyoruz. Bu konuda birçok bilgiler, belgeler bize ulaştı. Birçok kere Rojava Devrimine yönelik saldırılar içerisinde de yer aldılar. Sözüm ona silahlanmış bazı örgütler de var. Aslında paravan örgütlerdir. Kürtlerin özgürlüğü ve çıkarları için hiçbir hayırlı çabaları ve rolleri olmamıştır. Sadece görev bildikleri; YPG’ye, PYD’ye, Tev-Dem’e özetle Rojava’daki halkımızın çıkarlarına ve idaresine karşı bir tutum içinde olmak. Bunu inatla, ısrarla bugüne kadar sürdürdüler. Halen de olumsuz bir tutum içindedirler. Bunu hem siyasi alanda hem diplomatik alanda sürdürüyorlar. Bazen saldırılarda yer alarak askeri anlamda sürdürüyorlar. Bunlar uğursuz ve tehlikeli yaklaşımlardır. Ne için böyle yapıyorlar? Çünkü bu güçlerde çok bireyci, bencil, hegemonik ve iktidarcı zihniyet hakimdir. Bunların demokratik irade sahibi olduklarını söylemek zordur. Sonuçta bu örgütlerin liderleri Rojava’da bile değildirler. Halkın içine girseler kabul görürler mi? Ciddi bir tartışma konusudur. Mesela; bugün gitsinler Rojava’da halk onları nasıl karışlayacak? Kolay kolay halkın içine giremezler. Çoğunlukla Güney Kürdistan'da kalan kişilerdir. Bunlar Rojava Devrimini hazmetmediği için olumsuz tutum içine giriyorlar. Çizgileri onları böyle bir tutuma yöneltiyor. Devrimi hazmedemedikleri için böyle parçalayıcı, hep çelişen, hep çatıştırmayı esas alan bir yaklaşım içerisindedirler. Bundan sonra sürdürürler mi, bilmiyoruz. Neye hizmet ettikleri de açıktır. Halkın devrimini tanımayan bu grupların sürekli parçalayıcı, eleştirinin ötesinde saldırganca bir üslup içinde olmaları ve bizzat savaşa katıldıkları halk tarafından görülüyor. Rojava halkı bunları hiç de bir Kürt örgütü ya da Kürt yurtseveri olarak görmüyor. Yüzlerce şehit veren, her gün şehit cenazelerini kaldıran Rojava’da bu gruplar hangi yüzle halkın içine girebilirler? Bunlar ne acı çektiler, ne emek verdiler. Hangi direnişi gösterdiler, hangi doğru sözü söylediler? Halk bunların hepsini görüyor. Özetle bir çizgi sorunudur. Hazmetmedikleri için bu uğursuz rollerini sürdürüyorlar.

Güney Kürdistan'da Rudaw ve Zagros Tv gibi televizyonlar Rojava Devrimini karalama kampanyası yürütüyorlar. Bir zamanlar Türkiye'de Kürt özgürlük hareketine karşı yürütülen kirli ve psikolojik savaşta televizyonlarda yayınlanan ‘Anadolu’dan Görünüm’ programından daha öte kirli bir yayıncılık yapılıyor. Bu kanallar neden bu kadar yalan-yanlış bilgilendirme yapmaya ihtiyaç duyuyorlar? Bu konuda sizin tutumunuz nedir? 
Rudaw ve Zagros Tv’yi izliyoruz. Bu iki kanal da imkanları olan, her yerde bolca muhabirleri olan kanallardır. Güney halkı Rudaw Tv’ye ‘Qanala neftê’ (petrol paralarıyla kurulduğu için) diyor. Türkiye'de, Kuzey Kürdistan'da, Rojava’da yayın yapıyorlar. Bu kanalı yürütmek için bolca para saçılıyor. Tabii Kürt kanallarıdır. Adları da böyle! Halkın hayrına bazı programları, söylemleri olsa Kürtler buna sevinir. Tarafsız diyorlar. Mesela; Rudaw “bağımsız ve tarafsız bir televizyonuz” diyor. Ama programları ve yayın politikası hiç de tarafsız ve bağımsız değil. Taraflıdır. Özellikle de Rojava Devrimine karşı kurulmuş bir televizyon gibidir. Sürekli eleştirinin ötesinde, zorlana zorlana, olmayan sorunlar varmış gibi gündemler oluşturarak hakaret düzeyinde yayınlar yapmaktadır. Bu da bir çizgi meselesidir. Yani bir çizgiye hizmet etmektedirler. Ama bu çizginin Kürtlerin özgürlük ve demokrasi çizgisi olmadığı açıktır. Olumlu bir rol oynamıyorlar. Oluşturmak istedikleri psikoloji biraz önce özetlemeye çalıştığımız “Rojava’daki devrim devrim değildir, Rojava’daki özerkliği tanımıyoruz” diyenlerin çizgisi doğrultusundadır. Bu çizginin emrinde ve hizmetinde yayın yapıyorlar. Bu da olabilir, buna da bir diyeceğimiz olamaz.
Eleştirilerin olması doğaldır, eleştiri olabilir, yanlışları görüyorlarsa bunları kamuoyuyla paylaşmaları doğaldır. Gerçekten objektif, bağımsız ve tarafsız olarak bunlar yapılabilir. Hiç kimse Rojava’da hiç eksiklik olmuyor diyemez.  Bizler de demiyoruz. Fakat suçlayıcı, karalayıcı, olumsuz bir psikoloji yaratarak var olan devrimi boşa çıkaran, halkın demokratik iradesini hiçe sayan saygısız politikalar ve yaklaşımlar eleştiri bağlamında görülemez. Biz buna ne diyebiliriz? Tabii yine Kürt halkının yaklaşımı önemlidir. Kuzey Kürdistan'da olsun, Rojava’da olsun halk bunları görmelidir. Bu yayın organları gerçekten halkın özgürlüğüne, çıkarlarına, demokrasisine ne kadar hizmet ediyor? Kuşkusuz hizmet ettiği kadar Kürt yayın organlarına katılmak, destek vermek, kabullenmek doğrudur. Ama tam tersine sürekli eleştiri adı altında karalayıcı, halkın iradesini yok sayan, olumsuz-negatif bir psikolojiyi toplum üzerinde yaymaya çalışan, uluslararası alana uydurma haberler üreterek, bazı şeyleri abartarak olumsuz mesajlar  veren bir kanalın yanlışı da görülmeli ve eleştirilmelidir. Halk bu tür yayınlara sesini yükseltmeli, tepkilerini göstermelidir. ‘Daha objektif olun, daha doğru temelde yayın yapın’ diyebilmeli ve bu konuda eleştiri ve beklentilerini söyleyebilmelidir.
Bizim tutumumuz ne olabilir? Biz eleştirel bir hareketiz. Kendi içimizde de eleştirel bir hareketiz. Yıkıcı, bozguncu, karalayıcı değil ama objektif anlamda eleştirilerimiz olur, beklentilerimiz olur. Dolayısıyla bizim söyleyeceğimiz nedir? Böyle Kürt kanallarının eleştirileri varsa tabii ki yapmalılar ama karalamak, halkın iradesini yok saymak, tanımamak ve sürekli negatif bir psikoloji pompalamak yanlıştır ve bundan vazgeçmelidirler. Çünkü bu Kürt halkının çıkarlarına hizmet etmiyor. Halkın çıkarlarına hizmet eden bir yaklaşım içinde olsunlar deriz.

Rojava Devrimine çetelerin saldırısı devam ediyor. Türk devletinin bu çeteleri desteklediği artık herkesçe kabul edilen bir gerçek. Kuzey Kürdistan'da “Kürt kardeşlerim” deyip sorunu çözme iddiasında bulunan bir hükümetin-devletin Rojava’daki Kürtlere bu kadar saldırmasını nasıl yorumlamak gerekir? Bu çelişik bir durum olmuyor mu?
Şüphesiz çelişik bir durumdur. AKP'nin bu konuda ilkesiz, tutarsız, biraz da sahte bir çizgi ve politika izlediği açıktır. AKP şu anda Önderliğin başlattığı süreç üzerinden yaşamını sürdürüyor. Tabii Önderliğin ve hareketimizin tüm çabası AKP üzerinde baskı geliştirmek ve adım attırmaktır, toplumsal duyarlılığı yükseltmektir, çözüm perspektifini, demokratik bilinci geliştirmektir. Bu yönlü mücadelemiz ve çalışmalarımız sürüyor. AKP kendince bundan yararlanmak isteyebilir. Zaten süreç tıkanmıştır, hatta bitmiştir. Önderlik de bunu söyledi. Sürekli tekrar beraberinde bir heyecansızlık, bir isteksizlik de yaratıyor. Çünkü tekrarı aşmayan görüşmeler önderlikle yapılmaktadır. Müzakere evresine bir türlü geçilemedi. Görülüyor ki AKP bu sürece taktiksel yaklaşmakta ve bir türlü çözüm için geliştirilen bu sürece girmemektedir. Şimdi de Fethullah Gülen’le içine girdiği çelişki durumunu adım atmamaya bahane yapmaktadır. Bunu da kabul etmek mümkün değildir. Adım atmaması zihniyetinden kaynaklanmaktadır. Önderliğin başlattığı sürece kendileri hiçbir biçimde girmediği halde ‘çözüm süreci’ diyerek bundan yararlanmaya çalışıyorlar. Belki yürürlükte olan bir ateşkes vardır, onu aşan çok fazla bir şey yoktur. Ama aynı AKP Rojava’da Kürtlere karşı çok yoğun ve yaygın bir politika geliştiriyor. Yani Kuzey’de ateşkes varken Rojava’da savaşı sürdürüyor. El Nusra’yı hem gıda hem silah hem eğitim alanında sürekli destekliyor. Bunlar Avrupa basınına ve Kürt basınına da yansıdı.
Türkiye üzerinden nasıl Rojava’ya ve Suriye'ye geçiş yapıyorlar, Türkiye'nin nerelerinde, nasıl eğitim görüyorlar hepsi deşifre oldu. Bu nedir? Tabii ki savaşa dahil olmaktır. Yani bir taraftan ‘Kuzeyde ateşkes var, çözüm süreci var’ diyeceksin, öbür yandan Kürtlere karşı savaşta yer alacaksın. İnsanları dünyanın her tarafından toplayıp Kürtlere karşı savaştırmak için Suriye'ye geçiş yaptıracaksın, silahlandıracaksın, eğiteceksin. Bunun yanında Rojava ile Kuzey arasında duvar öreceksin. Bu ikiyüzlü ve tehlikeli bir politikadır. Bu anlamda AKP'nin böyle bir Kürt dostluğu, Kürt sorununu çözme anlayışı ve zihniyeti söz konusu değildir. Aksine zaman kazanıp güç toparlamaya çalışmaktadır. Dolayısıyla tümüyle taktiksel bir yaklaşım içindedir. Kendileri de defalarca Rojava’nın kırmızı çizgi olduğunu söylemiştir. Rojava bir kere neden senin kırmızı çizgin olsun? Sen başka bir ülkenin sınırlarına, başka bir ülkedeki halkın kendi geleceğini çizmesine ne diye karışmaktasın? Ne için senin kırmızı çizgin olsun? Söz konusu olan Kürtler değil de başkası olsaydı AKP kırmızı çizgi olarak görmezdi. Ama Kürtler olunca kırmızı çizgi oluyor. Bu da zihnen Kürtleri hiç kabullenmediği, çözüme de, barışa da hazır olmadığı anlamına geliyor. Ki bu açıktır. Kendileri ne kadar ‘kırmızı çizgi’ derse desin, Kürt halkı da ‘benim kırmızı çizgim’ diyecektir. Yani kendi devrimini korumak, güvenceye almak ve duvarları da aşan bir şekilde Kürdistan'daki parçaların, halkımızın Kuzey ve Rojava’nın kendi birliği ve beraberliğini karşılıklı destek ve mücadelesini geliştirmesi de Kürtlerin kırmızı çizgisidir. Özetle AKP’nin Kuzey’de ‘Kürt kardeşim’ demesi sahtedir. Zaten Rojava’ya da her gün yıkıma ve ölümlere neden olacak şekilde El Nusra ve diğer güçleri desteklemesi Kürtlere ne kadar kardeş olduğunu gösteriyor.

Rojava Devrimine diğer parçalardaki halkımızın verdiği desteği yeterli görüyor musunuz? Nasıl bir destek vermelerini bekliyorsunuz?
Tabii halkımız Rojava Devrimiyle sevinmiştir. Bu bir gerçek. Onların acılarını ve sevinçlerini paylaşmaktadır ve bundan heyecan duymaktadır. Ama bunun çok daha pratik anlamının olması gerekiyor. Biraz önce de söyledim, özellikle de Rojava Devriminin çıkarlarına dokunulduğunda her iki parçadaki halkımız, yani hem Rojava’da hem de Kuzey’de, aradaki o sömürgeci, suni, haksız duvarı tanımayarak irade, yürek ve mücadele birliğini gerçekleştirmelidirler. ‘Rojava Devrimi devrimimizdir’ deyip sahiplenmelidirler. Sadece propagandayla değil. Eğer Türkiye'de El Nusra ve diğer çeteler eğitiliyor ve silahlandırılıp Rojava’ya gönderiliyorsa oraları AKP'nin, Türk devletinin başına yıkmak gerekirdi. Tepkileri güçlü olmalıydı. Yine her türlü maddi ve manevi destek  en yüksek düzeyde olabilmeliydi. Kuzey Kürdistan'da olduğu gibi Güney Kürdistan ve Rojhilat’ta da destek daha muazzam düzeyde gelişebilmeliydi. Bütün parçalardaki Kürt örgütleri, grupları Rojava’daki halkımız için siyaset ve diplomasi kanallarının daha da açılması konusunda üzerine düşeni yapabilmeli, destek verebilmeliydi. Örneğin; BDP Avrupa’da büro ve temsilcilik açıyor, hatta Amerika’da temsilcilik açmış, Güney Kürdistan'da bürosu var, Rojava’da ne için bir bürosu olmasın! Kürtler Rojava’nın meşruiyetini yaşamak, herkese de göstermek için sorumluluk almalı, paylaşmalı ve yerleşmelidirler. Mesela BDP ve diğer benzer kurumlar kendi temsilciliklerini, bürolarını Rojava’da açabilmelidirler. Günlük karşılıklı dayanışma daha güçlü gelişebilmelidir. Halkımız her şeyini Rojava halkıyla paylaşmak ister. Bunu zaman zaman yaptığı maddi yardımlardan, katkılardan da görüyoruz. Ama bu yetmez, bence şimdiye kadarki destek yetersizdir. Daha görkemli bir biçimde sahiplenmek, siyasetin gündemine daha çok Rojava’yı yerleştirmek, maddi ve manevi anlamda, yine siyasi ve diplomatik anlamda Rojava’yı güçlü sahiplenmek gerekiyor. Gerçekten de Rojava Devrimi tüm Kürtlerin, Kürdistan'ın devrimidir. Hatta bir Ortadoğu devrimidir. Sadece Kürtler de değil, Ortadoğu halklarında da, diğer inanç ve halk topluluklarında da bu bilinci, bu sorumluluk anlayışını geliştirmek lazım. Bunun başını da Kürt halkı ve yurtsever Kürt örgütleri çekebilmelidir. Şimdiye kadarki çaba bu anlamda daha da artırılarak geliştirilmelidir.

Paylaş: Google Plus

Yazar: Adsız

    Blogger Yorumları
    Facebook Yorumları

0 yorum:

Yorum Gönder

Rojken ::: DİFHA

iletişim.: Email-Skype.: amedsozdar@hotmail.com

Sohbet Odası

Sohbet Odası
Sohbet Odası