KCK’ davasından dört buçuk yıldır
cezaevinde tutulan İHD eski Genel Başkan Yardımcısı Av. Muharrem Erbey’e
Norveç PEN tarafından “Düşünce ve İfade Özgürlüğü” ödülü verildi.
Erbey’in ödülü düzenlenen bir törenle eşi ve çocuklarına verilirken,
Erbey’in ödül töreni için cezaevinden gönderdiği mektup da okundu.
PEN Norveç Merkezi, KCK adı altında yürütülen operasyonlar kapsamında
24 Aralık 2009 tarihinde gözaltına alınarak tutuklanan ve dört buçuk
yıldır cezaevinde tutulan İHD MYK Üyesi ve eski Genel Başkan Yardımcısı
Av. Muharrem Erbey’e “Düşünce ve İfade Özgürlüğü” ödülü verdi.
Ödül, geçtiğimiz günlerde Norveç’in başkenti Oslo’da düzenlenen bir
törenle Erbey’in eşi Burçin Erbey ve çocukları tarafından alındı. Ödülü
Norveç PEN Üyesi ve uzun süre Uluslararası PEN Başkanlığı yapan ünlü
yazar Eugene Schoulgin’in elinden alan Erbey, törende kısa bir konuşma
yaptı.
EŞİM ZORBALARIN KARŞISINDA DURDUĞU İÇİN TUTUKLANDI
Eşi Muharrem Erbey’in İHD’de herkese ayırımsız yardım ettiğini
hatırlatan Burçin Erbey, “Eşim barışın sağlanması için çalıştı. Hukukun
gereği yapılsın dedi. Hakları ihlal edilen kim olursa olsun etnik
kimliğine, siyasi tercihine bakmaksızın yüreğini sonuna kadar açıp
dertlerine derman olmaya çalıştı. Güvenlik güçlerinin orantısız güç
kullanımını eleştirdi, yasaların dışına çıkanları uyardı. Kürtlerin eşit
ve özgür olma talebinin arkasında durdu. Kısacası haktan, hukuktan yana
oldu. Zorbaların karşısında durdu diye tutuklandı” dedi. Türkiye’de
dört buçuk yıldır tutuklu bulunan eşine Norveç’te ödül verildiğini
belirten Erbey, bunun Türkiye’nin büyük çelişkisi olduğunu sözlerine
ekledi.
MESNETSİZ İDDİALARLA 5 KIŞTIR CEZAEVİNDE TUTULUYORUM
Ödül töreninde ayrıca Muharrem Erbey’in Diyarbakır D Tipi Kapalı
Cezaevi’nden törene gönderdiği mektup da okundu. Erbey’in 3 sayfalık
mektubunun bir bölümünü yayınlıyoruz:
“Yazar Sendikanızın ‘Düşünce ve ifade Özgürlüğü’ ödülünü bana
vermesinden dolayı şükranlarımı sizlere sunuyorum. Soğuk, nemli, gri
duvarların, tel örgülerin, demir kapıların ve mazgalların, nöbetçi
kulübelerindeki askerlerin arada bir çaldığı düdüklerin, gece
kuytuluklarda öten baykuşların, yalnızlığımın sindiği 6 metrekarelik
hücreden sizleri selamlıyorum. Beni yalnız bırakmayan dünyanın dört bir
yanındaki PEN ailesinin değerli üyelerini selamlıyorum. İyi ki 1981’de
henüz 13 yaşındayken yazar olmaya karar vermişim. Bu ödülle beni
onurlandırdınız. Tutuklu tüm yazar ve insan hakları savunucuları,
tutuklu tüm Kürtler adına sizlere teşekkürlerimi sunuyorum. Bu ödülü,
özgürlüğü için mücadele eden onurlu Kürt halkı adına alıyorum. 14
Mart’taki doğum günümün bir hediyesi olarak alıyorum.
1046'da Amed'e gelen İran’lı seyyah Naşiri Hüsrev; “Arabistan'da,
İran'da, Türkmenistan'da ve Hindistan'da birçok şehir ve kale gördüm,
ama bunların hiçbiri Amid’le karşılaştırılamaz” demiş. Ahir zamandan
kalma, antik Amed Kalesinin Saray Kapı semtinde zengin medeniyetlerden
bihaber 1969'da doğdum. Kaleyi kuşatan Asurluların, Perslerin,
İskender'in, Sellahaddin-i Eyyubi’nin. Moğolların, acımasız satrapların,
doyumsuz emirlerin ve haçlı ordularının başındaki kralların, gözü
dönmüş kanlı savaşçıların dolandığı kıyımların yaşandığı sokaklarda
koşturarak büyüdüm. Tılsımlı ve kehanetlerle dolu kaleye bakarken biz
çocuklar sadece kale duvarlarının taşlarını görüyorduk. Oysa taş, sadece
taş değildi. Taş, tarihti, acıydı, kandı ve özgürlüktü. Dünyanın en
büyük ve ihtişamlı kalesi olan Amed Kalesi, Roma İmparatorluğunun
doğudaki son kalesiydi. Ben, sokaklarında karanlık çökene kadar
oynardım. O saatlerde, yorgun argın işten eve dönen babaların sokakta
oynayan çocukların elini tutup evlere çekilmelerini izlerdim. Boşalan
sokakların ıssızlığını, yarattığı boş kütlenin suskunluğunu ve
ağırlığını üzerimde hisseder, dilsizleşen sokakların dili olmak
isterdim. Herkes evine çekilince, şehrin devasa kapılarını kapayıp
karanlık sokaklardan, cumbalı evlerin altından, dar ve nemli
dehlizlerden yol alırdım. Yol boyu bana kumpas kuran çapulculara, yolcu
taşıyan faytonların ahşap tekerleklerinin bazalt taşlı kaldırımlarda
çıkardığı sesine aldırmadan başım önde tahta kılıcımla nöbetten
dönerdim. Çünkü ben, Roma İmparatorluğunun doğudaki son kalesi olan Amed
kalesini koruyan tahta kılıçlı şövalyesiydim.
Babam, akşamları evimizin kuytuluklarında Ermenistan'dan yayın yapan
Erivan Radyosunu arayıp buluyor, yasak olan Kürtçe şarkıları gizlice
dinliyordu. Otuz dört medeniyetin bana fısıldadıklarıyla büyürken
öğrendiğim tek şey, acıyı, mutluluğu paylaşmak ve dayanışmaktı.
İnsanlık tarihiyle eşdeğer olan kalenin, üç yüz çeşit kuşun ve envai çeşit hayvanın
Yaşadığı cennetle eşdeğer Hevsel bahçelerimizin, özgürlüğümüzün,
sevdiklerimizin kıymetini bilmeden yaşadığımın farkına cezaevinde
vardım.
Anneannem Hezime'nin anlattığı cinli, perili Kürt masallarıyla
büyüdüm. İlk öykümü 1981'de 13 yaşımdayken Furi çocuk dergisine
göndermiş 75 TL telif almıştım. Akşam yoksul evimize ilk defa iki kilo
kadayıf tatlısı gelmişti. 1997'de İstanbul'dayken annemi yitirdiğim,
kendimi yapa yalnız ve kimsesiz hissettiğim serin bir akşam vapurla
karşıdan karşıya geçerken elimdeki ajandaya bir şeyler karalamaya
başladım. Bu ilk öykü kitabımın ilk öyküsü oldu. Ekim 1997'de Avukatlığa
başladığım andan itibaren insanlara yardım etmek için kıvranıp
dururken, yazmanın da beni rahatlattığını, acılarımı sağalttığını
anladım. 2000'den sonra İHD'de bölgemizin birçok yerinde insan hakları
ihlallerini yerinde tespit ettim, raporladım, başvuru yapan tüm
mağdurlara hukuki destek sundum. İlk öykü kitabım Kayıp Şecere 2004'da
yayınlandı. 2006'da Türk-Kürt-Arap-Ermeni yazarların 15 Kürtçe, 20
Türkçe yazılmış hikâyelerini bir araya getirerek Barış Hikâyeleri
Seçkisi adıyla yayınladım. Kürtçe olduğundan dolayı dava açıldı, beraat
etti.
İHD Diyarbakır Şube Başkanı ve Genel Başkan Yardımcısı olduğum iki
yılda Kürt meselesi, demokrasi ve insan hakları ile ilgili yurt içinde
ve yurt dışında çok sayıda yerli yabancı gazeteci, siyasi delegasyon ve
insan hakları savunucusu ile görüştüm. İngiltere, İsveç, Belçika
parlamentolarına B.M.’nin Cenevre'deki binasına, Avrupa'nın birçok
şehrinde düzenlenen panel ve konferanslara davet edildim. İHD'nin
deneyimlerini, elimizdeki ihlal raporlarına bakarak aktardım. Kürt
meselesinin çözümünün ancak barış ve diyalog ile olacağını her ortamda
söyledim. Hükümetin 2007'de başlattığı Barış ve Çözüm sürecini
desteklediğimi görüştüğüm Sayın Bülent Arınç’a ve Beşir Atalay'a
açıkladım. Toplumsal olaylarda güvenlik güçlerinin kamusal alanda
orantısız güç kullanımını ve şiddeti eleştirdim. Barış sürecine katkı
sunmaya hazırlandım. 24 Aralık 2009 günü sabaha karşı kapımı çalanlar
sütçü değildi. Barış sürecine katkı sunacağım kişiler de değildi. Bundan
dolayı beni, dosyada başka üyesi olmayan KCK Dış ilişkiler ve Hukuk
Komisyonu üyesi yaptılar. TCK 314/2'den örgüt üyesi olduğum iddiasıyla
‘gizli tanık’ beyanıyla hukuka aykırı mesnetsiz iddialarla 5 kıştır
tutukladılar. İnsan hakları ve Kürt meselesi ilgili raporlarımızı
İngilizceye çevirip bizlerle görüşmeye gelenlere ve daha önce bizlerle
görüşmüş olanlara e-mail ile gönderdim. Barışı savundum, şiddeti
reddettim. İhlal raporlarımızı her yere gönderdim. İnsanlığa karşı günah
işleyenleri ifşa ettiğimden dolayı hedef haline gelip tutuklandım.
Ben antik sur içinde 34 medeniyetten çok dilli, çok kültürlü bir
yaşamı öğrendim. Çocukluğumdan itibaren başkalarının derdini dert
edindim. Büyüyünce de demokrasi ve insan hakları mücadelesi içinde
gördüm kendimi. ‘Coğrafya Kaderdir,’ diyen İbn-i Haldun, sanki Kürtlerin
iki yüz yıldır maruz kaldığı insanlık dışı uygulamaları tahmin ederek
bu tarihi sözü söylemiş. Kürtler, statüsüz, ana dilinden yoksun yaşamak
istemiyorlar. Kürtlerin reddi üzerine şekillendi tüm düzenlemeler. Ben,
İHD’de hep asayiş ve güvenlik bakış açısıyla, yerleşim yerlerini yakıp
yıkarak ve zorla göç ettirerek, baskıyla, faili meçhul cinayetlerle
korkuyla çözülmeye çalışılan Kürt meselesinin, birbirine saygı duyarak,
bir arada yaşama kültürünü geliştirerek çözümünden yana oldum. Şiddet
yöntem olmaktan çıksın dedim. Şu anda 210'u ağır, 780 hasta tutuklu
cezaevlerinde göz göre göre ölümü bekliyor.
Cezaevinde bol bol okudum. Makedonlar ve Kürtler üzerine ‘Günahkârlar
Kalesi’ adlı tarihi bir roman yazdım. Şu anda son düzeltmeleri
yapıyorum. 5 kıştır kitap, kart, mektuplarıyla desteklerini eksik
etmeyen merkezi Londra’da olan Dünya PEN Yazarlar Birliğine, İsveç,
İsviçre, Almanya, Fransa, Newyork ve Washington PEN’lerine, Sydney ve
Melborn PEN’lerine, İtalya, Hollanda İngiltere, Kanada, Belçika'daki
Valoon ve Flamen PEN’lerine, Danimarka, Yeni Zelanda, Gana, Meksika,
İrlanda ve Türkiye PEN’lerine üye olan binlerce yazara şükranlarımı
sunuyorum.
Türkiye'de ilk defa bir insan hakları savunucusu 4 yıl 3 aydır
tutukludur. Bir inziva yeri olan cezaevi, sabrı, hoşgörüyü insanı kâmil
olmayı öğretiyor. Burada dezavantajı avantaja çevirmeye karar verip,
okuyup düşündüm, makaleler yazdım. İngilizce çalıştım. Zindan koşulları
büyük toplumsal meseleleri olanlar için yaman bir öğreticidir.
Cezaevinde, dışarıda kırıp dökerek, yanlış yaşadığımızı, kapitalist
sistemin çarkını döndürmek için koşturduğumuzu, o ceberut sistemi
besleyip büyüttüğümüzü, kendimizden, özümüzden, canımızdan çok
sevdiğimiz eşimizden, çocuklarımızdan, ailemizden, köklü ritüel ve
değerlerimizden uzaklaştığımızı gördüm. Kapitalist sistemin insanı
uyuttuğunu, her şeyi tüketen bir nesneye dönüştürdüğünü, bizi doğadan,
doğal yaşamdan, samimiyetten, içtenlikten uzaklaştırdığını, kendimize,
en yakınlarımıza yabancılaştığımızı, cezaevinde gördüm. Her şeyin
özünden uzaklaştığımın, kadim zamanların masalsı ülkesinde yaşadığımın,
hayatın bizlere sunulmuş bir lütuf olduğunun farkına cezaevinde vardım.
Ben insanlık onurunu korumaya çalıştığım, başkasının ihlal edilen
haklarını korumaya çalıştığımdan dolayı buradayım. Yaptıklarımın tümünün
arkasındayım. Burada daha da güçlendim. Arındım, yenilendim. Her gece
rüyalarımda, dağ başlarında ellerimle kazdığım yüzlerce mezardan çıkan
insan kemiklerine yapışmış yanık giysilerinin kesik kokusunu görüyorum.
Dua eden gözü yaşlı annelerinin çaresiz bakışlarını, gidebilecek hiçbir
yeri olmayan biçare insanların sesindeki kırıklığı ve onlara uzattığımız
ellerimize düşen titreyen ellerini görüyorum. Onların yüreğimize dolan
kederlerini, mayınlı dağlarda gezinirken duyduğumuz korkuyu, sınıra
yakın bölgelerde yakılan köylerdeki insanların yanan hayallerini
görüyorum.
Ayda bir eşime, çocuklarıma dokunabildiğim görüşlere giderken yapılan
üst aramalarına, unutan, aramayan dostlara, susan dünyaya aldırmadan
beş kıştır adaletin tecellisini bekliyorum. Bana burada rüyalarıma giren
başvurucular ile unutmayan dostların mektupları, selamları güç veriyor.
Barışı, özgür yaşamı savunan insanlardan çekin elinizi, barıştan,
sanattan, edebiyattan korkmayın. Ben fikirlerimin peşinden gittim,
düşlerime inandım, kendi hakikatime ulaşamaya çalıştım, insanlara yardım
ederek, yazarak yaşamak istedim. Barışa, hoşgörüye yelken açmadan
yaşasaydım eksik ve kusurlu yaşardım. İlla muktedirler gibi düşünmemi,
onları övmemi, hatalara göz yummamı beklemesin kimse benden. Çünkü asıl
mesele yaşamak değil, doğru ve ilkeli yaşamaktır. İnsanlık tarihini,
yere bakarak yaşayanlar değil, gökyüzüne bakan cesur insanlar yazdı.
Arkasında onurlu bir miras ve güzel bir tarih bırakan insanlara selam
olsun. Hepinizi en derin saygı ve sevgilerimle selamlıyor, özgür
günlerde görüşmeyi diliyorum.”
Ana Sayfa / Norveç PEN’den cezaevindeki Muharrem Erbey’e ödül
/ Norveç PEN’den cezaevindeki Muharrem Erbey’e ödül
- Blogger Yorumları
- Facebook Yorumları
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Rojken ::: DİFHA
iletişim.: Email-Skype.: amedsozdar@hotmail.com
0 yorum:
Yorum Gönder