![]() |
Abdullah ÖCALAN
|
3- Din ve Mezhep Sorunları
Kavimlerin yaşadıkları dinsel sorunlara kendi içlerinde mezhep sorunları da eklenecekti. Dinlerin kardeşlik, bütünlük ve barış vaatleri maddi çıkarlar karşısında sınırlı bir etkiye sahipti. Toplumda gelişen sınıfsallık aynı kavmi çoktan sorun ve kavga yumağına dönüştürmüştü. Yahudilik gibi çok küçük ve sıkı bir kabile içinde, daha Musa zamanında en yakınları arasında çok sert kavgalara yol açmıştı.
Musa’nın kardeşleri Harun ve Maryam’la olan çekişmeleri enteresandır. İsa yoksul Musevilere öncelikle sesleniyordu. Muaviye Ehlibeyt’e karşı üstünlük kurma ve hanedanlık savaşına daha Muhammed ölmeden başlamıştı. İslam’da Hariciler iki başlı, hatta üç başlı halifeliği Ali, Muaviye ve Amr İbn-ül As’tan kurtarmak için ölüm kararı alacaklardı. Muaviye’nin oğlu Yezit, Kerbela Çölü’nde Ehlibeyt’in en seçkin evlatlarını koyun boğazlar gibi boğazlayacaktı. İslamlaşan her halk hem kendi içinde, hem de kendi aralarında çığ gibi büyüyen yeni sorunları beraberinde getirecekti.
Köklü İran uygarlığı İslam Arapları karşısındaki yenilgisine Şia mezhebini türeterek yanıt vermek isteyecekti. Türk Selçuklu ve Osmanlı hakim boy beyleri çıkarlarını İslam’ın hakim geleneği Sünnilikte bulacaklardı. Yoksul kesim olan Türkmenler daha çok Şia ve Aleviliği seçeceklerdi. Kürtler de benzer bir bölünmeyi yaşayacaklardı. İktidarlı beyler Sünni olup Arap ve Türk sultanlarıyla işbirliğini esas alırken, yoksul ve onurlu kesim Alevi ve Zerdeşti olacaktı.
Hıristiyanlığın ilk üç yüzyılı mezhep bölünmeleriyle de doluydu. Sınıflar ve kavimler çıkarlarını mezhep kılıfı altında sürdürmek durumundaydılar.
Her kavmin bir mezhebi oluşmuştu. Latinler Katolik, Grekler ve Slavlar Ortodoks, Ermeniler Gregoryan, Asuriler Nasturilik başta olmak üzere çok parçalı mezheplerle kurtuluş arayacaklardı. Ayrıca imparatorluk dini olup olmamak arasında da ciddi parçalanma sorunlarını yaşayacaklardı. Yahudilik genel anlamda Hıristiyanlık ve Müslümanlık dinlerini içinden çıkarmakla yetinmedi; kendi içinde kabilelere dek bölündü. Yahudiye ve İsrailiye bölünmesi yetmezmiş gibi, Fars ve Grek yanlıları olarak da bölündü. Daha sonra Doğu ve Batı Yahudileri (Aşkenaz ve Sefarat) olarak ayrı bir bölünme yaşadı. Kapitalist uygarlık çağında laikçilerle birlikte sekülerci aydınları da bağrından çıkardı.
Bu dönemde Hıristiyanlık büyük reformasyondan geçti. Protestanlık doğdu, ulusal kiliseler oluşturuldu. Uzakdoğu uygarlıklarında başta Hindistan ve Çin’de olmak üzere benzer dinsel ve mezhepsel bölünmeler yaygınlaşıp yeni sorunları beraberinde getiriyordu. Tüm bu mezhep ve din sorunlarının maddi temelini araştırdığımızda, yaygınlaşan ve yoğunlaşan baskı ve sömürü aygıtlarının temel rol oynadığını görmekte zorluk çekmeyeceğiz. İç içe geçen maddi ve ideolojik tekellerin topluma karşı yürüttükleri baskı ve sömürü savaşları söz konusudur.
Daha Sümer ve Mısır rahip devletinden beri bu sorunlar oluşturulmuş ve savaşlarla daha da büyütülmüşlerdi. Buda, yaşadığı büyük deneyimden sonra “Ateşi ateşle söndüremezsin” derken büyük bir gerçeği dile getiriyordu. İktidar savaş demekti. Savaş ise sömürüydü. Dolayısıyla iktidar ancak iktidarla savaşırdı. Çünkü tatlı kâra ulaşmanın başka yolu yoktu.
Böylelikle beş bin yılı aşan uygarlık tarihi bir yandan günlük sorun üreten tarih iken, çözüm aracı diye ortaya atılan hayali çözümler de sadece sorunları yaygınlaştırıp yoğunlaştırmış oluyordu. Ne Sümer rahiplerinin görkemli tanrılar mitolojisi, ne aynı kaynaklı tek tanrılı dinlerin tanrı ve peygamberleri, ne de çok başlı mezhep parçalanmaları derinleşen köleliğe çare olabiliyordu. Hayali çözümler maddi çözümlere dönüşemiyordu.
İktidar ve sömürü tekelleri tüm kavimlere taşmakla yetinmeyip ulus-devlet temelinde toplumun en temel hücrelerine kadar sızdığında oluşan tablo, sorunların tüm topluma yayılması anlamına gelir. Beş bin yıllık zulüm ve sömürü tekellerinin artık sorunları sızdıracak, dolayısıyla kârlarını arttıracak başka toplum gözenekleri kalmadığına göre, gerçekten sonları da gelmiş veya gözükmüş olmaktadır. Bu anlamda tarihin sonu gelmiştir derken, belki de her zamankinden daha fazla hakikate yakınız.
Ortadoğu’da Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü kitabından alınmıştır.
Kavimlerin yaşadıkları dinsel sorunlara kendi içlerinde mezhep sorunları da eklenecekti. Dinlerin kardeşlik, bütünlük ve barış vaatleri maddi çıkarlar karşısında sınırlı bir etkiye sahipti. Toplumda gelişen sınıfsallık aynı kavmi çoktan sorun ve kavga yumağına dönüştürmüştü. Yahudilik gibi çok küçük ve sıkı bir kabile içinde, daha Musa zamanında en yakınları arasında çok sert kavgalara yol açmıştı.
Musa’nın kardeşleri Harun ve Maryam’la olan çekişmeleri enteresandır. İsa yoksul Musevilere öncelikle sesleniyordu. Muaviye Ehlibeyt’e karşı üstünlük kurma ve hanedanlık savaşına daha Muhammed ölmeden başlamıştı. İslam’da Hariciler iki başlı, hatta üç başlı halifeliği Ali, Muaviye ve Amr İbn-ül As’tan kurtarmak için ölüm kararı alacaklardı. Muaviye’nin oğlu Yezit, Kerbela Çölü’nde Ehlibeyt’in en seçkin evlatlarını koyun boğazlar gibi boğazlayacaktı. İslamlaşan her halk hem kendi içinde, hem de kendi aralarında çığ gibi büyüyen yeni sorunları beraberinde getirecekti.
Köklü İran uygarlığı İslam Arapları karşısındaki yenilgisine Şia mezhebini türeterek yanıt vermek isteyecekti. Türk Selçuklu ve Osmanlı hakim boy beyleri çıkarlarını İslam’ın hakim geleneği Sünnilikte bulacaklardı. Yoksul kesim olan Türkmenler daha çok Şia ve Aleviliği seçeceklerdi. Kürtler de benzer bir bölünmeyi yaşayacaklardı. İktidarlı beyler Sünni olup Arap ve Türk sultanlarıyla işbirliğini esas alırken, yoksul ve onurlu kesim Alevi ve Zerdeşti olacaktı.
Hıristiyanlığın ilk üç yüzyılı mezhep bölünmeleriyle de doluydu. Sınıflar ve kavimler çıkarlarını mezhep kılıfı altında sürdürmek durumundaydılar.
Her kavmin bir mezhebi oluşmuştu. Latinler Katolik, Grekler ve Slavlar Ortodoks, Ermeniler Gregoryan, Asuriler Nasturilik başta olmak üzere çok parçalı mezheplerle kurtuluş arayacaklardı. Ayrıca imparatorluk dini olup olmamak arasında da ciddi parçalanma sorunlarını yaşayacaklardı. Yahudilik genel anlamda Hıristiyanlık ve Müslümanlık dinlerini içinden çıkarmakla yetinmedi; kendi içinde kabilelere dek bölündü. Yahudiye ve İsrailiye bölünmesi yetmezmiş gibi, Fars ve Grek yanlıları olarak da bölündü. Daha sonra Doğu ve Batı Yahudileri (Aşkenaz ve Sefarat) olarak ayrı bir bölünme yaşadı. Kapitalist uygarlık çağında laikçilerle birlikte sekülerci aydınları da bağrından çıkardı.
Bu dönemde Hıristiyanlık büyük reformasyondan geçti. Protestanlık doğdu, ulusal kiliseler oluşturuldu. Uzakdoğu uygarlıklarında başta Hindistan ve Çin’de olmak üzere benzer dinsel ve mezhepsel bölünmeler yaygınlaşıp yeni sorunları beraberinde getiriyordu. Tüm bu mezhep ve din sorunlarının maddi temelini araştırdığımızda, yaygınlaşan ve yoğunlaşan baskı ve sömürü aygıtlarının temel rol oynadığını görmekte zorluk çekmeyeceğiz. İç içe geçen maddi ve ideolojik tekellerin topluma karşı yürüttükleri baskı ve sömürü savaşları söz konusudur.
Daha Sümer ve Mısır rahip devletinden beri bu sorunlar oluşturulmuş ve savaşlarla daha da büyütülmüşlerdi. Buda, yaşadığı büyük deneyimden sonra “Ateşi ateşle söndüremezsin” derken büyük bir gerçeği dile getiriyordu. İktidar savaş demekti. Savaş ise sömürüydü. Dolayısıyla iktidar ancak iktidarla savaşırdı. Çünkü tatlı kâra ulaşmanın başka yolu yoktu.
Böylelikle beş bin yılı aşan uygarlık tarihi bir yandan günlük sorun üreten tarih iken, çözüm aracı diye ortaya atılan hayali çözümler de sadece sorunları yaygınlaştırıp yoğunlaştırmış oluyordu. Ne Sümer rahiplerinin görkemli tanrılar mitolojisi, ne aynı kaynaklı tek tanrılı dinlerin tanrı ve peygamberleri, ne de çok başlı mezhep parçalanmaları derinleşen köleliğe çare olabiliyordu. Hayali çözümler maddi çözümlere dönüşemiyordu.
İktidar ve sömürü tekelleri tüm kavimlere taşmakla yetinmeyip ulus-devlet temelinde toplumun en temel hücrelerine kadar sızdığında oluşan tablo, sorunların tüm topluma yayılması anlamına gelir. Beş bin yıllık zulüm ve sömürü tekellerinin artık sorunları sızdıracak, dolayısıyla kârlarını arttıracak başka toplum gözenekleri kalmadığına göre, gerçekten sonları da gelmiş veya gözükmüş olmaktadır. Bu anlamda tarihin sonu gelmiştir derken, belki de her zamankinden daha fazla hakikate yakınız.
Ortadoğu’da Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü kitabından alınmıştır.
0 yorum:
Yorum Gönder