.

.
.

Devrimci Halk Savaşı’na karşı NATO’nun gladio savaşları-VI

 
Abdullah ÖCALAN
Güncellenme : 12.01.2014 04:38
Eğer taktik önderlik 1990-93 arası dönemi doğru değerlendirip hem nicel hem de nitel olarak gerillanın büyütülmesini sürdürebilse ve taktik planlamayı pratiğe geçirebilseydi, tarihin seyri çok daha değişik olabilir, 1993 başlarında tarihi bir çözüme gidilebilirdi

PKK sorumlularının pek fark edemedikleri en önemli başarısızlık konularından biri de taktik planlamanın neden pratiğe başarıyla uygulanamadığı ve gladio-JİTEM’in bunda oynadıkları roldür. Her iki tarafın da başarısı yarım kalmıştır. Benim bu aşamada yapabildiğim şey devrimci savaşın sürekliliğini sağlamak ve yenilgisinin önüne geçmek olmuştur. İç pratik önderlik sıradan tutarlı bir çaba gösterebilseydi, ileri düzeyde bir başarı sağlamak mümkündü. Yine de 1990 komplosunun boşa çıkarılması ve Körfez Savaşı’nın sonuçları, PKK hareketinin birleşik etkisinin genel anlamda yükselmeye devam ettiğini göstermektedir. Tarihsel toplumsal anlamı büyük olan bölge dengesi doğru değerlendirildiğinden ötürü, devrimci savaşın sıradan bir uygulaması bile önemli ve başarılı sonuçlara yol açmıştır. Eğer taktik önderlik 1990-93 arası dönemi doğru değerlendirip hem nicel hem de nitel olarak gerillanın büyütülmesini sürdürebilse ve taktik planlamayı pratiğe geçirebilseydi, tarihin seyri çok daha değişik olabilir, 1993 başlarında tarihi bir çözüme gidilebilirdi. Gladio sistemi çöküşün eşiğindeydi. Turgut Özal bunu gördüğü için uzlaşmayı daha uygun bulmuştu. Kürdistan’ı kaybetmektense, federal bağlarla ortak bir devlet çatısı altında bir arada tutmanın çok önemli ve halkların birlikte yaşamasının kalıcı ve kardeşçe yolu olduğuna ikna olmuştu. İç ve dış gladio bu yaklaşımı kendilerinin tasfiyesi olarak gördükleri için, bundan kurtulma ve çıkış yolunu T. Özal’ı tasfiye etmekte buldular. Daha da önemlisi, T. Özal Musul-Kerkük’ün Misak-ı Milli gereği yeniden ve federal bağlarla Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlanmasını öngörüyordu. Celal Talabani’yle bu temelde yoğun bir ilişki içindeydi. Benimle diyalogu da bu amaçla önermişti. Gerçekten tarihsel bir adım öngörülmekteydi. Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis’in de T. Özal ile birlikte aynı plan etrafında çaba yürüttüğü bilinmektedir. Irak’a yönelik ayrı planları olan ABD ve İsrail, T. Özal ve Eşref Bitlis’in yaklaşımlarını kendileri açısından son derece tehlikeli gördükleri için, Demirel ve Çiller’e (ve yanlarında E. İnönü’ye) yol açan darbeyi hayata geçirdiler.

1993 yılı olağanüstü bir yıldır. Yılın ilk aylarından itibaren Uğur Mumcu cinayetiyle başlayan büyük suikastlar (Adnan Kahveci, Turgut Özal ve Eşref Bitlis’in katledilmeleri, Sivas-Madımak Oteli katliamı, Bahtiyar Aydın cinayeti, otuz üç askerin sivil araçlarla nakledilirken öldürülmeleri, çok sayıda asker ve sivil yetkilinin katledilmesi) darbe çerçevesinde düşünülmelidir. Devlet içinde çok güçlü bir kanat bu dönemde Kürt sorununda barışçı çözüme hazırlanmıştı. 25 Mayıs’taki MGK’da siyasi affın görüşülmesi gündemdeydi. Bu en az 12 Eylül askeri darbesi kadar etkili ve ağır sonuçlara yol açan bir darbeydi. Zaten yasa ve anayasa üstü yetkilerle donatılan gladio örgütünden ötürü bir askeri darbe yapmaya ihtiyaç duyulmuyordu. Bu seferki darbenin hedefi barışçıl çözüm yanlısı devlet güçleriydi. Dolayısıyla sürece yayılmış darbeyle tasfiye olanlar da yine bu devlet güçleriydi. Hala karanlıkta kalan bu darbenin mutlaka aydınlatılması gerekir. Darbecilerin gerek PKK gerekse devlet içindeki uzantıları açığa çıkarılmadıkça, barışın ve siyasi çözümün yolu kolay açılamaz.

Bu dönemin sonuna doğru, yani 1990 sonrasında Dersim, Amed, Garzan ve Tolhildan eyaletinde yoğunca yaşanan tasfiyelerde gladionun payının belirleyici olduğunu görmek gerekir. Irak sınırının her iki yanında KDP ile birlikte yürütülen tasfiyelerin Garzan ve Amed’de Şemdin Sakık ve Sait Çürükkaya, Dersim’de Hıdır Sarıkaya ve benzerleri, Tolhildan eyaletinde Terzi Cemal unsurlarınca yürütülmüş olması ihtimal dahilindedir. Oldukça karışık olan bu dönemin yoğunlaşan tasfiyelerinde çok sayıda unsurun bilerek veya bilmeyerek rol oynadığı rahatlıkla ileri sürülebilir. 1992 güzündeki operasyon ve KDP ile YNK’nin birlikte saldırısı sonucunda Botan-Behdinan direniş cephesi büyük darbe almıştı. Osman Öcalan alçağının öncülük ettiği teslimiyetle birlikte, stratejik anlam ifade edebilecek bir darbe almanın eşiğine gelinmişti. Buna karşı başta Ortadoğu’daki üs bölgesinde olmak üzere her alanda gösterilen kararlı ve ustalıklı direnişle stratejik tasfiyenin eşiğinden dönüldü. Halbuki büyük halk desteğini arkasına alan gerillanın stratejik üstünlüğü söz konusuydu. Dıştan gladionun birçok il ve ilçede düzenlediği katliamlar, içte örgütün ve gerillanın tasfiye edilmesi girişimleri KDP ve YNK’nin saldırılarıyla birleşince, işler tersine dönmeye başlamıştı. Yine de gerillanın stratejik üstünlüğü söz konusu olabilirdi. Ama taktik önderliğin bir türlü oturtulamaması, bu tarihi fırsatın layıkıyla kullanılmamasına yol açtı. PKK hiç de hak etmediği çok değerli kayıpları bu nedenle yaşadı; hak ettiği çok üstün başarılara bu nedenle erişemedi. Bu dönemde, özellikle dönemin sonlarında yaşanan gelişmeleri aydınlatmak hala temel bir sorun durumundadır.

*‘Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü’ adlı kitabından alınmıştır.
 

Paylaş: Google Plus

Yazar: Adsız

    Blogger Yorumları
    Facebook Yorumları

0 yorum:

Yorum Gönder

Rojken ::: DİFHA

iletişim.: Email-Skype.: amedsozdar@hotmail.com

Sohbet Odası

Sohbet Odası
Sohbet Odası